Türkiye sayesinde Fransa ve Almanya seçimlerinde demokrasi kazanacak
2017 yılı AB açısından çok önemli bir seçim yılı olacak! Hatta AB üyesi bazı ülkelerde gündeme gelecek olan seçimler AB'nin demokrasi açısından vereceği bir sınav olarak da görülebilinir. Hızla yükselen aşırı sağ bu başarısını sürdürürse “iyi geceler AB!” demek zorunda kalabiliriz. Dileğimiz AB üyesi ülkelerde demokrasinin ve AB değerlerinin kazanması. Aşırı sağcı partiler sadece AB karşıtı değiller aynı zamanda tüm AB değerleri ile çelişmekteler. İnsan hakları alanında ne kadar sorunlu olduklarını sığınmacılara yönelik politikalarında açıkça görmekteyiz.
AB genelinde yükselen aşırı sağcı parti ve hareketler aynı zamanda İslam düşmanlığı açısından da vahim bir durum yaratmaktalar. Müslümanlarla ve özellikle Türklerle sorunlu olan bu aşırı sağdan cesaret alan ırkçılar müslümanlara yönelik saldırılarının da arttırdılar. Son iki yıl içinde çok sayıda camii ve dernek saldırıya uğradı. AB ülkelerinde gündeme gelen bu saldırılar haklı olarak tüm demokratları kaygılandırmakta.
1945 yılında ağır bedeller ödeyerek faşizmin pençesinden kurtulabilen Avrupa'da “faşizm yeniden canlanmaya” başladı. İşte bu açıdan 2017 yılında AB üyesi bazı ülkelerde yapılacak seçimler demokrasi adına büyük önem taşımakta! Hatta AB'nin geleceğini belirleyecek seçimler olmaya adaylar. Özellikle Fransa ve Almanya seçimleri bu açıdan en önemli sınavlar olacak.
AB için önem taşıyan ilk seçim Hollanda'da olacak. Mart ayındaki bu seçimde maalesef aşırı sağcı Geert Wilders'in Özgürlük Partisi'nin (PVV) seçimlerde oylarını arttırması beklenmekte. Wilders'in partisi İslam, göç , sığınmacılar ve AB karşıtı politikaları ile AB demokrasisi için var olan tehditler arasında yer almakta. Geçmişte demokrasi söz konusu olduğunda örnek gösterilen ülkelerden biri olan Hollanda'nın günümüzde aşırı sağın kalelerinden biri olma yolunda olması çok üzücü. Bu durum AB'nin geldiği tehlikeli konumu da göstermekte. Hiç olmazsa şimdilik Wilder'in tek başına iktidar olması söz konusu olmadığı bu seçim sonrasında dileğimiz aşırı sağcı bakanların olmadığı bir hükümet kurulabilecek koalisyonların mümkün olması. Hollanda için tek tesellimiz bu olabilir.
İtalya'da da Sosyalist Başbakan Matteo Renzi'nin, 2016 yılının ekim ayında anayasa referandumunu kaybetmesinden sonra erken seçimin 2017 Şubat ayında ya da ilkbaharında gündeme gelmesi bekleniyor. İtalyanlar Renzi'nin izlemekte olduğu ‘AB dostu' rota ve ekonomi politikalarını reddettiklerinden bu seçim de AB açısından oldukça rizikolu olmaya aday.
Fransa'da ise 2017 tam anlamıyla bir seçimler yılı . Seçmenler sandık başına giderek önce cumhurbaşkanını, ardından da milletvekillerini seçecek. 23 Nisan 2017 ve 7 Mayıs 2017 tarihleri arasında cumhurbaşkanlığı seçimleri yapılacak. 11 ve 18 Haziran 2017'de ise milletvekili genel seçimleri var. 43 milyon Fransız seçmen bu seçimlerde sadece Fransa'nın değil AB'nin de kaderini belirleyecek. Paris saldırılarının gerçekleştiği 2014'ün kasım ayından itibaren olağanüstü hal şartlarıyla yönetilen Fransa'da terör riski gündemin ana başlığını oluştururken, cumhurbaşkanlığı yarışının Fransız aşırı sağcı Ulusal Cephe Partisi'nin lideri Marine Le Pen ve merkez sağın başkan adayı François Fillon arasında geçmesi bekleniyor. Muhafazakar kesimi temsil eden Fillon, Türkiye'nin AB üyeliğine karşı, yabancılara ve Müslümanlara yönelik sert tutumuyla tanınıyor.
Cumhurbaşkanlığı ve meclis üyelerini belirlemek için yapılan iki turlu seçimler tüm AB ve hatta dünya kamuoyu tarafından bu nedenle büyük bir ilgi ile izlenecek. İlk turda mutlak çoğunluğun sağlanması durumunda ikinci tura gerek kalmayacak. Ancak bu beklenen bir durum değil.
“Ulusal Cephe” partisi ve başkanı Marie Le Pen her seçim sonrası oyunu arttırmakta. Bu şekilde Fransa'da yabancı düşmanlığı ve AB karşıtlığı da her gün biraz daha güçlenmekte. Hatta sosyalistlerin adayı bile müslümanlarla ve Türklerle sorunlu olduğunu söyleme ihtiyacı duyarak seçim propagandasına başladı.
Fransa'da Le Pen'ın başarıları ve her geçen gün artan AB düşmanlığı Brüksel'i de çok kaygılandırmakta. Bazı çevreler “Fransa'da İngiltere'nin gittiği yolda giderse bu AB'nin sonu olur” diyerek endişelerini dile getirmeye başladılar.
Bence Fransa bir kez daha bu kadar vahim bir seçim sonucu yaşamayacak. Ancak çok zor bir seçim dönemi olacağı kesin. AB açısından bakacak olursak 2017 yılında “en önemli seçim” Almanya'da olacak. Hatta “en önemli seçimler de” diyebiliriz. Çünkü Almanya'da eyalet meclisi seçimleri de oldukça önemliler. Son iki yıldır aşırı sağcı “Almanya için Alternatif” (AfD) partisi her eyalet seçiminde büyük başarılar sağlamakta ve 2017'de federal mecliste (Bundestag) sayıca güçlü bir grup oluşturma yolunda. Almanya'da 12 Şubat 2017 günü cumhurbaşkanlığı seçimleri yapılacak. Bu olacak seçimlerin en kolayı ve bizleri kaygılandırmayanı diyebiliriz. Hristiyan Birlik partileri (CDU ve CSU) ile Sosyal Demokrat Parti'nin (SPD) adayı olan Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier'in cumhurbaşkanı seçileceğine kesin gözüyle bakılıyor. Bu hem Almanya hem de AB açısından çok olumlu. Ancak Alman Cumhurbaşkanı'nın sadece sembolik bir konumu olduğunu da unutmamak gerekiyor.
Ardından Almanya'da seçim maratonu başlayacak 26 Mart 2017'de Saarland, 7 Mayıs 2017'de Schleswig-Holstein ve 14 Mayıs 2017 günü ise Kuzey Ren Vestfalya eyaletlerinde seçimler yapılacak. Eyalet seçimlerinde alınacak sonuçlar 2017 yılının eylül ayında yapılacak federal parlamento (Bundestag) seçimleri açısından oldukça önemli. Özellikle de Almanya'da nüfusun en yoğun olduğu eyalet olan Kuzey Ren Vestfalya'daki eyalet seçimi barometre niteliğinde olacak. Bu eyalette alınacak sonuçlar her zaman federal parlamento seçimini etkilediğinden gözler bu seçimde olacak.
Federal parlamento (Bundestag) seçimi sadece Almanya açısından değil aynı zamanda AB içinde çok önemli bir rol oynamakta. Almanya'nın AB'de oynadığı rol göz önünde tutulursa bu seçim bir ABD seçimi kadar anlamlı olabilir.
Bu seçimde Hristiyan Birlik partilerinin Şansölye adayı halen bu görevi yürüten Angela Merkel olacak. Hristiyan Demokrat Birlik (CDU) partisinin lideri Merkel seçilmesi halinde, dördüncü kez şansölyelik koltuğuna oturacak.
Sosyal Demokrat Parti ise Merkel'e karşı henüz kimi aday göstereceğine karar veremedi. Sosyal Demokratların adayı SPD başkanı Sigmar Gabriel. Ancak açık söylemek gerekirse sosyal demokratların başarısız grafiği ve karizmatik bir adaylarının olmaması dezavantajları. Merkel karşısında pek bir şansları yok. Merkel'e alternatif sunamamaktalar.
Yeşiller ve Sol Parti'nin parlamentoda her zamanki oranda olacağa benziyorlar. Liberaller ise (FDP) dört yıllık bir aradan sonra yine seçimlerdeki yüzde beş barajını aşmak için çırpınacaklar. Şansları var.Yyükselişe geçen Eyalet seçimlerinde başarılı olan aşırı sağcı “Almanya için Alternatif'in de” (AfD) ilk kez federal Parlamento'ya girmesi artık kesin diyebileceğimiz bir durum. Hatta Yeşiller ve Sol parti'den daha fazla oy alarak üçüncü meclis grubu olursa şaşırmamamız gerekiyor. Üzücü ama gerçek!
Bu açıdan Merkel için seçim yarışı kolay olmayacak. Seçim kampanyasında en fazla uğraşacağı parti AfD olacak. Merkel'in politikaları ile sorunlu tüm AB karşıtları ve yabancı düşmanları AfD'de toplanmış durumda. Üstelik bunların bir çoğu eskiden Merkel'in partisi CDU ya da Bavyera eyaletindeki kardeş partileri CSU'nun en radikal üyeleriydi. Partilerinden ayrılıp AfD'yi kurdukları için Merkel baş hedefleri konumunda.
Merkel, Avusturya gibi diğer bazı AB ülkelerinin AB adına utanç verici sığınmacı politikalarının tersine human bir sığınmacı politikası izlediğinden maalesef oy kaybına uğradı. Buna rağmen kararlılığını sürdürdü. Kendisine bir alternatif olmaması sayesinde hem birinci parti olarak hem de hükümeti kurma görevi alarak ipi göğüsleyeceği ihtimali çok yüksek.
Almanya'nın G20 dönem başkanlığıda hem Merkel hem de CDU/CSU ve SPD'nin federal koalisyon hükümeti açısından seçimler öncesi bir şans olacak. Almanya, aralık ayının başında G20 dönem başkanlığını üstlendi. Başbakan Merkel, G20 dönem başkanlığı boyunca öncelikli konusunun dünya ekonomisinde istikrarın sağlanması olduğunu duyurmuştu. Merkel bunun yanı sıra sağlık ve Afrika yardım konularına da ağırlık vermek istiyor. G20 dönem başkanlığı çerçevesinde, 2017 yılının ocak-mayıs ayları arasında üye ülkelerin maliye, dışişleri, çalışma, sağlık, tarım ve dijital konulardan sorumlu bakanlarının katılacağı toplantıların yapılıyor olması Alman kamuoyunun Merkel'e sempatisinin artmasını sağlayacak.
Almanya'nın G20 dönem başkanlığının finali ise 7-8 Temmuz 2017 tarihlerinde Hamburg'ta yapılacak liderler zirvesi olacak. Bu önemli zirvenin 2017 eylül ayı öncesi Almanya'da oluyor olması da Merkel için büyük bir avantaja dönüşebilir.
Sonuç olarak eğer büyük bir aksilik çıkmazsa Almanya'da Merkel'in şansölye olarak başında olduğu CDU/CSU ve SPD koalisyonunun süreceğini söyleyebiliriz.
İlginç olanı ise hem Fransa ama en çok Almanya'da gündeme gelen seçimlerde Türkiye'nin oynadığı rol sanırım.
Elbette artık AB'de her seçim yılının bir “Türkiye ve Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan düşmanlığının da” yoğun olarak gündeme geldiği bir yıl olmasına neredeyse alıştık şaşırmıyoruz. Çünkü nedenlerini çok iyi biliyoruz.
Ancak eğer Türkiye olmasaydı 2017 seçimlerinde AB şu an içinde bulunduğu durumdan çok daha kötü bir halde olurdu.
Türkiye'nin özellike Suriye ve Irak'ta tüm terör örgütlerine karşı verdiği savaş özünde AB için verilen bir mücadele. Eğer en başta DAEŞ olmak üzere bu terör örgütlerine karşı savaşan Türkiye olmasaydı ve onların baş hedefi haline gelmeseydi AB ülkeleri teröristlerin hedefi olarak çok daha büyük sorunlar yaşayacaklardı. Brüksel, Paris ya da Berlin'de terör çok can aldı. Ancak eğer Türkiye verdiği mücadele ile terör örgütlerini zayıf düşürüyor olmasaydı durum AB ülkelerinde çok daha vahim olabilirdi.
Her kanlı terör eylemi sonrasında AB'de aşırı sağın oylarını arttırıyor olması bunun kanıtı. “Türkiye olmasaydı acaba AB'de aşırı sağın oyları ne kadar artardı?” sorusunu düşünmek bile istemeyiz.
Aynı şekilde Türkiye'nin sığınmacılar konsunda AB'ye verdiği katkı AB demokrasisi açısından hayati önem taşımakta. Eğer Türkiye üç milyonun üzerinde sığınmacıyı ülkesine kabul etmeseydi AB ülkelerinin aşrı sağcıları olan Nigel Farage'ler, Geert Widers'ier, Frauke Petry'ler ya da Marie Le Pen'ler şimdi çok daha farklı başarıların tadını çıkarıyor olacaklardı.
2017 yılında Fransa ve Almanya'da ve de bu sayede AB'de demokrasi kazanacaksa AB genelinde çirkin propagandaların ve haksız suçlamaların hedefi olan Türkiye'nin AB'ye hem terörle mücadele hem de sığınmacı sorununun çözümüne verdiği destek sayesinde kazanacak.
Avrupanın demokratları inşallah bu desteğin değerini anlarlar ve seçimler sonrası Türkiye'yi yalnız bırakmak yerine ona destek olurlar.
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Ozan Ceyhun
Türkiye sayesinde demokrasi kazanacak
Türkiye sayesinde Fransa ve Almanya seçimlerinde demokrasi kazanacak
2017 yılı AB açısından çok önemli bir seçim yılı olacak! Hatta AB üyesi bazı ülkelerde gündeme gelecek olan seçimler AB'nin demokrasi açısından vereceği bir sınav olarak da görülebilinir. Hızla yükselen aşırı sağ bu başarısını sürdürürse “iyi geceler AB!” demek zorunda kalabiliriz. Dileğimiz AB üyesi ülkelerde demokrasinin ve AB değerlerinin kazanması. Aşırı sağcı partiler sadece AB karşıtı değiller aynı zamanda tüm AB değerleri ile çelişmekteler. İnsan hakları alanında ne kadar sorunlu olduklarını sığınmacılara yönelik politikalarında açıkça görmekteyiz.
AB genelinde yükselen aşırı sağcı parti ve hareketler aynı zamanda İslam düşmanlığı açısından da vahim bir durum yaratmaktalar. Müslümanlarla ve özellikle Türklerle sorunlu olan bu aşırı sağdan cesaret alan ırkçılar müslümanlara yönelik saldırılarının da arttırdılar. Son iki yıl içinde çok sayıda camii ve dernek saldırıya uğradı. AB ülkelerinde gündeme gelen bu saldırılar haklı olarak tüm demokratları kaygılandırmakta.
1945 yılında ağır bedeller ödeyerek faşizmin pençesinden kurtulabilen Avrupa'da “faşizm yeniden canlanmaya” başladı.
İşte bu açıdan 2017 yılında AB üyesi bazı ülkelerde yapılacak seçimler demokrasi adına büyük önem taşımakta! Hatta AB'nin geleceğini belirleyecek seçimler olmaya adaylar. Özellikle Fransa ve Almanya seçimleri bu açıdan en önemli sınavlar olacak.
AB için önem taşıyan ilk seçim Hollanda'da olacak. Mart ayındaki bu seçimde maalesef aşırı sağcı Geert Wilders'in Özgürlük Partisi'nin (PVV) seçimlerde oylarını arttırması beklenmekte. Wilders'in partisi İslam, göç , sığınmacılar ve AB karşıtı politikaları ile AB demokrasisi için var olan tehditler arasında yer almakta. Geçmişte demokrasi söz konusu olduğunda örnek gösterilen ülkelerden biri olan Hollanda'nın günümüzde aşırı sağın kalelerinden biri olma yolunda olması çok üzücü. Bu durum AB'nin geldiği tehlikeli konumu da göstermekte. Hiç olmazsa şimdilik Wilder'in tek başına iktidar olması söz konusu olmadığı bu seçim sonrasında dileğimiz aşırı sağcı bakanların olmadığı bir hükümet kurulabilecek koalisyonların mümkün olması. Hollanda için tek tesellimiz bu olabilir.
İtalya'da da Sosyalist Başbakan Matteo Renzi'nin, 2016 yılının ekim ayında anayasa referandumunu kaybetmesinden sonra erken seçimin 2017 Şubat ayında ya da ilkbaharında gündeme gelmesi bekleniyor. İtalyanlar Renzi'nin izlemekte olduğu ‘AB dostu' rota ve ekonomi politikalarını reddettiklerinden bu seçim de AB açısından oldukça rizikolu olmaya aday.
Fransa'da ise 2017 tam anlamıyla bir seçimler yılı . Seçmenler sandık başına giderek önce cumhurbaşkanını, ardından da milletvekillerini seçecek. 23 Nisan 2017 ve 7 Mayıs 2017 tarihleri arasında cumhurbaşkanlığı seçimleri yapılacak. 11 ve 18 Haziran 2017'de ise milletvekili genel seçimleri var. 43 milyon Fransız seçmen bu seçimlerde sadece Fransa'nın değil AB'nin de kaderini belirleyecek.
Paris saldırılarının gerçekleştiği 2014'ün kasım ayından itibaren olağanüstü hal şartlarıyla yönetilen Fransa'da terör riski gündemin ana başlığını oluştururken, cumhurbaşkanlığı yarışının Fransız aşırı sağcı Ulusal Cephe Partisi'nin lideri Marine Le Pen ve merkez sağın başkan adayı François Fillon arasında geçmesi bekleniyor. Muhafazakar kesimi temsil eden Fillon, Türkiye'nin AB üyeliğine karşı, yabancılara ve Müslümanlara yönelik sert tutumuyla tanınıyor.
Cumhurbaşkanlığı ve meclis üyelerini belirlemek için yapılan iki turlu seçimler tüm AB ve hatta dünya kamuoyu tarafından bu nedenle büyük bir ilgi ile izlenecek. İlk turda mutlak çoğunluğun sağlanması durumunda ikinci tura gerek kalmayacak. Ancak bu beklenen bir durum değil.
“Ulusal Cephe” partisi ve başkanı Marie Le Pen her seçim sonrası oyunu arttırmakta. Bu şekilde Fransa'da yabancı düşmanlığı ve AB karşıtlığı da her gün biraz daha güçlenmekte. Hatta sosyalistlerin adayı bile müslümanlarla ve Türklerle sorunlu olduğunu söyleme ihtiyacı duyarak seçim propagandasına başladı.
Fransa'da Le Pen'ın başarıları ve her geçen gün artan AB düşmanlığı Brüksel'i de çok kaygılandırmakta. Bazı çevreler “Fransa'da İngiltere'nin gittiği yolda giderse bu AB'nin sonu olur” diyerek endişelerini dile getirmeye başladılar.
Bence Fransa bir kez daha bu kadar vahim bir seçim sonucu yaşamayacak. Ancak çok zor bir seçim dönemi olacağı kesin.
AB açısından bakacak olursak 2017 yılında “en önemli seçim” Almanya'da olacak. Hatta “en önemli seçimler de” diyebiliriz. Çünkü Almanya'da eyalet meclisi seçimleri de oldukça önemliler. Son iki yıldır aşırı sağcı “Almanya için Alternatif” (AfD) partisi her eyalet seçiminde büyük başarılar sağlamakta ve 2017'de federal mecliste (Bundestag) sayıca güçlü bir grup oluşturma yolunda.
Almanya'da 12 Şubat 2017 günü cumhurbaşkanlığı seçimleri yapılacak. Bu olacak seçimlerin en kolayı ve bizleri kaygılandırmayanı diyebiliriz. Hristiyan Birlik partileri (CDU ve CSU) ile Sosyal Demokrat Parti'nin (SPD) adayı olan Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier'in cumhurbaşkanı seçileceğine kesin gözüyle bakılıyor. Bu hem Almanya hem de AB açısından çok olumlu. Ancak Alman Cumhurbaşkanı'nın sadece sembolik bir konumu olduğunu da unutmamak gerekiyor.
Ardından Almanya'da seçim maratonu başlayacak 26 Mart 2017'de Saarland, 7 Mayıs 2017'de Schleswig-Holstein ve 14 Mayıs 2017 günü ise Kuzey Ren Vestfalya eyaletlerinde seçimler yapılacak. Eyalet seçimlerinde alınacak sonuçlar 2017 yılının eylül ayında yapılacak federal parlamento (Bundestag) seçimleri açısından oldukça önemli. Özellikle de Almanya'da nüfusun en yoğun olduğu eyalet olan Kuzey Ren Vestfalya'daki eyalet seçimi barometre niteliğinde olacak. Bu eyalette alınacak sonuçlar her zaman federal parlamento seçimini etkilediğinden gözler bu seçimde olacak.
Federal parlamento (Bundestag) seçimi sadece Almanya açısından değil aynı zamanda AB içinde çok önemli bir rol oynamakta. Almanya'nın AB'de oynadığı rol göz önünde tutulursa bu seçim bir ABD seçimi kadar anlamlı olabilir.
Bu seçimde Hristiyan Birlik partilerinin Şansölye adayı halen bu görevi yürüten Angela Merkel olacak. Hristiyan Demokrat Birlik (CDU) partisinin lideri Merkel seçilmesi halinde, dördüncü kez şansölyelik koltuğuna oturacak.
Sosyal Demokrat Parti ise Merkel'e karşı henüz kimi aday göstereceğine karar veremedi. Sosyal Demokratların adayı SPD başkanı Sigmar Gabriel. Ancak açık söylemek gerekirse sosyal demokratların başarısız grafiği ve karizmatik bir adaylarının olmaması dezavantajları. Merkel karşısında pek bir şansları yok. Merkel'e alternatif sunamamaktalar.
Yeşiller ve Sol Parti'nin parlamentoda her zamanki oranda olacağa benziyorlar. Liberaller ise (FDP) dört yıllık bir aradan sonra yine seçimlerdeki yüzde beş barajını aşmak için çırpınacaklar. Şansları var.Yyükselişe geçen Eyalet seçimlerinde başarılı olan aşırı sağcı “Almanya için Alternatif'in de” (AfD) ilk kez federal Parlamento'ya girmesi artık kesin diyebileceğimiz bir durum. Hatta Yeşiller ve Sol parti'den daha fazla oy alarak üçüncü meclis grubu olursa şaşırmamamız gerekiyor. Üzücü ama gerçek!
Bu açıdan Merkel için seçim yarışı kolay olmayacak. Seçim kampanyasında en fazla uğraşacağı parti AfD olacak. Merkel'in politikaları ile sorunlu tüm AB karşıtları ve yabancı düşmanları AfD'de toplanmış durumda. Üstelik bunların bir çoğu eskiden Merkel'in partisi CDU ya da Bavyera eyaletindeki kardeş partileri CSU'nun en radikal üyeleriydi. Partilerinden ayrılıp AfD'yi kurdukları için Merkel baş hedefleri konumunda.
Merkel, Avusturya gibi diğer bazı AB ülkelerinin AB adına utanç verici sığınmacı politikalarının tersine human bir sığınmacı politikası izlediğinden maalesef oy kaybına uğradı. Buna rağmen kararlılığını sürdürdü. Kendisine bir alternatif olmaması sayesinde hem birinci parti olarak hem de hükümeti kurma görevi alarak ipi göğüsleyeceği ihtimali çok yüksek.
Almanya'nın G20 dönem başkanlığıda hem Merkel hem de CDU/CSU ve SPD'nin federal koalisyon hükümeti açısından seçimler öncesi bir şans olacak. Almanya, aralık ayının başında G20 dönem başkanlığını üstlendi. Başbakan Merkel, G20 dönem başkanlığı boyunca öncelikli konusunun dünya ekonomisinde istikrarın sağlanması olduğunu duyurmuştu. Merkel bunun yanı sıra sağlık ve Afrika yardım konularına da ağırlık vermek istiyor. G20 dönem başkanlığı çerçevesinde, 2017 yılının ocak-mayıs ayları arasında üye ülkelerin maliye, dışişleri, çalışma, sağlık, tarım ve dijital konulardan sorumlu bakanlarının katılacağı toplantıların yapılıyor olması Alman kamuoyunun Merkel'e sempatisinin artmasını sağlayacak.
Almanya'nın G20 dönem başkanlığının finali ise 7-8 Temmuz 2017 tarihlerinde Hamburg'ta yapılacak liderler zirvesi olacak. Bu önemli zirvenin 2017 eylül ayı öncesi Almanya'da oluyor olması da Merkel için büyük bir avantaja dönüşebilir.
Sonuç olarak eğer büyük bir aksilik çıkmazsa Almanya'da Merkel'in şansölye olarak başında olduğu CDU/CSU ve SPD koalisyonunun süreceğini söyleyebiliriz.
İlginç olanı ise hem Fransa ama en çok Almanya'da gündeme gelen seçimlerde Türkiye'nin oynadığı rol sanırım.
Elbette artık AB'de her seçim yılının bir “Türkiye ve Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan düşmanlığının da” yoğun olarak gündeme geldiği bir yıl olmasına neredeyse alıştık şaşırmıyoruz. Çünkü nedenlerini çok iyi biliyoruz.
Ancak eğer Türkiye olmasaydı 2017 seçimlerinde AB şu an içinde bulunduğu durumdan çok daha kötü bir halde olurdu.
Türkiye'nin özellike Suriye ve Irak'ta tüm terör örgütlerine karşı verdiği savaş özünde AB için verilen bir mücadele. Eğer en başta DAEŞ olmak üzere bu terör örgütlerine karşı savaşan Türkiye olmasaydı ve onların baş hedefi haline gelmeseydi AB ülkeleri teröristlerin hedefi olarak çok daha büyük sorunlar yaşayacaklardı. Brüksel, Paris ya da Berlin'de terör çok can aldı. Ancak eğer Türkiye verdiği mücadele ile terör örgütlerini zayıf düşürüyor olmasaydı durum AB ülkelerinde çok daha vahim olabilirdi.
Her kanlı terör eylemi sonrasında AB'de aşırı sağın oylarını arttırıyor olması bunun kanıtı. “Türkiye olmasaydı acaba AB'de aşırı sağın oyları ne kadar artardı?” sorusunu düşünmek bile istemeyiz.
Aynı şekilde Türkiye'nin sığınmacılar konsunda AB'ye verdiği katkı AB demokrasisi açısından hayati önem taşımakta. Eğer Türkiye üç milyonun üzerinde sığınmacıyı ülkesine kabul etmeseydi AB ülkelerinin aşrı sağcıları olan Nigel Farage'ler, Geert Widers'ier, Frauke Petry'ler ya da Marie Le Pen'ler şimdi çok daha farklı başarıların tadını çıkarıyor olacaklardı.
2017 yılında Fransa ve Almanya'da ve de bu sayede AB'de demokrasi kazanacaksa AB genelinde çirkin propagandaların ve haksız suçlamaların hedefi olan Türkiye'nin AB'ye hem terörle mücadele hem de sığınmacı sorununun çözümüne verdiği destek sayesinde kazanacak.
Avrupanın demokratları inşallah bu desteğin değerini anlarlar ve seçimler sonrası Türkiye'yi yalnız bırakmak yerine ona destek olurlar.