Avrupa Birliği ülkelerin hepsinde durum aynı. Merkez partileri eriyor. Irkçılar her seçimde biraz daha güçleniyorlar. Kaygılanmamak elde değil. Hitler, Mussolini ve Franco zifiri karanlığını yaşamış olan ve faşizme milyonlarca kurban vermiş olan Avrupa kıtasında “faşist ve ırkçı sloganlarla” oy toplayan ve bu topladıkları oyların sayısı her geçen gün artan ırkçı partiler karşısında ise hem AB hem de üye ülke hükümetleri başarısızlar.
AB Bütçesi giderlerinin 2016 yılında 144 milyar euro olduğunu göz önünde tutacak olursak AB vatandaşlarının vergilerini alarak sözde onlar için onlarca milyar harcayan bu çok pahalı yapının ırkçılığa karşı önlemler söz konusu olduğunda bu derece başarısız ve etkisiz kalması nasıl açıklanabilir? Aynısı AB üyesi ülkeler için de geçerli. Ekonomik krizlerden kurtulamayanları bir yana bırakırsak Almanya gibi bırakın AB'yi dünyanın en zengin ülkelerinden birinde ırkçı parti ve grupların bu derece başarılı olması aslında merkez partileri için tam bir “yüz karası” durum değil de nedir? Irkçılar en başta Avrupa ve AB düşmanlığı ile oy toplamakta ve güçlenmekteler. Çünkü AB bugüne kadar AB vatandaşlarına güven verememiş ama “paraları çar çur ettiğine” inanılan bir yapı olmaya devam etmekte. Brüksel AB başkenti olarak AB vatandaşlarının vergilerinin bonkörce harcandığı başkent imajını bugüne kadar hiç değiştiremedi. AB vatandaşları Brüksel'deki AB yöneticileri ve binlerce memurun aylık maaşlarını duyduklarında “AB'ye olan tepkileri” daha da artmakta. Teröre karşı başarısız, işsizliğe çare bulamayan, sağlık alanındaki sorunlara ve daha nice AB vatandaşlarının günlük sorunlarını ilgilendiren alanlara yönelik çözüm üretemeyen ama buna karşın AB vatandaşlarının milyarlarca vergisine mal olan bir AB doğal olarak “ırkçı parti ve gruplar” için de oy avcılığı açısından “tam bir hazine”. Ortak bir ekonomi, savunma, asayiş, sağlık, ticaret, göç ve sığınma politikası olmayan ancak tüm bu alanlardaki yokluğuna rağmen bir işe yarıyormuş gibi görünmek amacıyla yerel düzeyde hiç karışmaması gereken alanlara karışarak günlük yaşamı da tedirgin eden AB'ye karşı propaganda yapmaktan kolay bir şey yok. Irkçı parti ve gruplar bunu ustaca gerçekleştirmekteler. AP eski Başkanı Martin Schulz geçenlerde bir röportajında AP milletvekili Fransız ırkçılarının lideri Marie Le Pen'in kendisine “AB karşıtlığı yapıyorum ve bunun için AB bana bir de makam arabası” veriyor diye durumu özelediğini dile getirmekteydi. Le Pen'in dediği gibi AB ülkelerinde başarı kazandıkça “ırkçı propagandalarını da” bizzat AB'ye ödeterek yapan ırkçı parti ve gruplar AB'nin başarısızlığı ve AB'nin paraları sayesinde her geçen gün daha büyük bir güç olmaktalar. AB ve üyesi ülkelerin hükümetleri de bu duruma karşı “seyirci” konumdalar. Daha da kötüsü hükümetleri oluşturan merkez partileri “ırkçılara oy kaptırmamayı ırkçıların içeriklerini üstlenmek” olarak görüp seçim meydanlarında “ırkçılarla yarışır” hale geliyorlar. Merkez partilerinin bu çaresizliğini ve yeni sloganlarını gören seçmenler ise “orijinali varken kopyasına ne gerek var” diyerek oylarını ırkçı partilere vermeyi tercih ediyorlar. Maalesef bu durum son on yıldır hiç değişmeksizin bu şekilde devam etmekte. Son örneği Almanya'dan verebiliriz. 24 Eylül 2017 Pazar günü yapılacak federal parlamento seçiminin galibi şimdiden belli. Irkçı sloganlarıyla tüm Alman demokratlarını endişelendiren AfD Federal Parlamento'nun üçüncü büyük meclis grubunu oluşturacağa benziyor. Sadece federal meclise girmekle kalmayacaklar aynı zamanda ana muhalefet rolünü de üstlenecekler. Tüm kamuoyu yoklamalarında yüzde 11 ile yüzde 15 arası bir yerde gözükmekteler. Üstelik seçim günü yaklaştıkça ve kararsızlar karar verdikçe oyları da artmakta. Bu başarı için büyük bir çabaya ihtiyaçları olmadı. SPD ya da Yeşiller gibi partilere teşekkür etmeler gerekiyor. Almanya'nın onca sorunu varken SPD ve Yeşiller neredeyse her gün tüm seçim meydanlarında AB ve Türkiye arasındaki mülteci anlaşmasına, bu anlaşmaya sadık kalan Şansölye Merkel'e, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a, Türkiye'ye, Erdoğan'ı destekleyen Almanyalı Türklere ve müslümanlara demediklerini bırakmadılar. Hatta Yeşiller eş başkanı hızını alamayıp camilere bile dil uzattı. Bu durumda AFD kazanmasın da kim kazansın? Avrupa, Türkiye, Erdoğan, Türkler ve müslümanlar ile ilgili tüm karşıt konuşma ve sloganlar AfD'nin ekmeğine yağ sürdü. Buna karşılık SPD ve Yeşiller seçimin kaybedeni olmak üzereler. Irkçıların yükselişi ise devam ediyor. Dilerim diğer AB ülkeleri bu son seçimden ders çıkarırlar. En başta o ülkelerin sosyal demokratları ve yeşilleri!
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Ozan Ceyhun
Avrupa’da ırkçıların durdurulamayan yükselişi
Avrupa Birliği ülkelerin hepsinde durum aynı. Merkez partileri eriyor. Irkçılar her seçimde biraz daha güçleniyorlar. Kaygılanmamak elde değil. Hitler, Mussolini ve Franco zifiri karanlığını yaşamış olan ve faşizme milyonlarca kurban vermiş olan Avrupa kıtasında “faşist ve ırkçı sloganlarla” oy toplayan ve bu topladıkları oyların sayısı her geçen gün artan ırkçı partiler karşısında ise hem AB hem de üye ülke hükümetleri başarısızlar.
AB Bütçesi giderlerinin 2016 yılında 144 milyar euro olduğunu göz önünde tutacak olursak AB vatandaşlarının vergilerini alarak sözde onlar için onlarca milyar harcayan bu çok pahalı yapının ırkçılığa karşı önlemler söz konusu olduğunda bu derece başarısız ve etkisiz kalması nasıl açıklanabilir?
Aynısı AB üyesi ülkeler için de geçerli. Ekonomik krizlerden kurtulamayanları bir yana bırakırsak Almanya gibi bırakın AB'yi dünyanın en zengin ülkelerinden birinde ırkçı parti ve grupların bu derece başarılı olması aslında merkez partileri için tam bir “yüz karası” durum değil de nedir?
Irkçılar en başta Avrupa ve AB düşmanlığı ile oy toplamakta ve güçlenmekteler. Çünkü AB bugüne kadar AB vatandaşlarına güven verememiş ama “paraları çar çur ettiğine” inanılan bir yapı olmaya devam etmekte. Brüksel AB başkenti olarak AB vatandaşlarının vergilerinin bonkörce harcandığı başkent imajını bugüne kadar hiç değiştiremedi. AB vatandaşları Brüksel'deki AB yöneticileri ve binlerce memurun aylık maaşlarını duyduklarında “AB'ye olan tepkileri” daha da artmakta.
Teröre karşı başarısız, işsizliğe çare bulamayan, sağlık alanındaki sorunlara ve daha nice AB vatandaşlarının günlük sorunlarını ilgilendiren alanlara yönelik çözüm üretemeyen ama buna karşın AB vatandaşlarının milyarlarca vergisine mal olan bir AB doğal olarak “ırkçı parti ve gruplar” için de oy avcılığı açısından “tam bir hazine”.
Ortak bir ekonomi, savunma, asayiş, sağlık, ticaret, göç ve sığınma politikası olmayan ancak tüm bu alanlardaki yokluğuna rağmen bir işe yarıyormuş gibi görünmek amacıyla yerel düzeyde hiç karışmaması gereken alanlara karışarak günlük yaşamı da tedirgin eden AB'ye karşı propaganda yapmaktan kolay bir şey yok. Irkçı parti ve gruplar bunu ustaca gerçekleştirmekteler.
AP eski Başkanı Martin Schulz geçenlerde bir röportajında AP milletvekili Fransız ırkçılarının lideri Marie Le Pen'in kendisine “AB karşıtlığı yapıyorum ve bunun için AB bana bir de makam arabası” veriyor diye durumu özelediğini dile getirmekteydi. Le Pen'in dediği gibi AB ülkelerinde başarı kazandıkça “ırkçı propagandalarını da” bizzat AB'ye ödeterek yapan ırkçı parti ve gruplar AB'nin başarısızlığı ve AB'nin paraları sayesinde her geçen gün daha büyük bir güç olmaktalar.
AB ve üyesi ülkelerin hükümetleri de bu duruma karşı “seyirci” konumdalar. Daha da kötüsü hükümetleri oluşturan merkez partileri “ırkçılara oy kaptırmamayı ırkçıların içeriklerini üstlenmek” olarak görüp seçim meydanlarında “ırkçılarla yarışır” hale geliyorlar.
Merkez partilerinin bu çaresizliğini ve yeni sloganlarını gören seçmenler ise “orijinali varken kopyasına ne gerek var” diyerek oylarını ırkçı partilere vermeyi tercih ediyorlar. Maalesef bu durum son on yıldır hiç değişmeksizin bu şekilde devam etmekte.
Son örneği Almanya'dan verebiliriz. 24 Eylül 2017 Pazar günü yapılacak federal parlamento seçiminin galibi şimdiden belli. Irkçı sloganlarıyla tüm Alman demokratlarını endişelendiren AfD Federal Parlamento'nun üçüncü büyük meclis grubunu oluşturacağa benziyor. Sadece federal meclise girmekle kalmayacaklar aynı zamanda ana muhalefet rolünü de üstlenecekler. Tüm kamuoyu yoklamalarında yüzde 11 ile yüzde 15 arası bir yerde gözükmekteler. Üstelik seçim günü yaklaştıkça ve kararsızlar karar verdikçe oyları da artmakta.
Bu başarı için büyük bir çabaya ihtiyaçları olmadı. SPD ya da Yeşiller gibi partilere teşekkür etmeler gerekiyor. Almanya'nın onca sorunu varken SPD ve Yeşiller neredeyse her gün tüm seçim meydanlarında AB ve Türkiye arasındaki mülteci anlaşmasına, bu anlaşmaya sadık kalan Şansölye Merkel'e, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a, Türkiye'ye, Erdoğan'ı destekleyen Almanyalı Türklere ve müslümanlara demediklerini bırakmadılar. Hatta Yeşiller eş başkanı hızını alamayıp camilere bile dil uzattı.
Bu durumda AFD kazanmasın da kim kazansın? Avrupa, Türkiye, Erdoğan, Türkler ve müslümanlar ile ilgili tüm karşıt konuşma ve sloganlar AfD'nin ekmeğine yağ sürdü. Buna karşılık SPD ve Yeşiller seçimin kaybedeni olmak üzereler.
Irkçıların yükselişi ise devam ediyor. Dilerim diğer AB ülkeleri bu son seçimden ders çıkarırlar. En başta o ülkelerin sosyal demokratları ve yeşilleri!