Bir hafta.
Bir hatırlama.
Bir vicdan.
Bir direniş.
Birazcık vefa...
Her yıl 1–7 Ekim arası “Camiler ve Din Görevlileri Haftası” olarak takvimlere
yazılır. Bu haftayı kutlamak mı, idrak etmek mi dersiniz; o sizin bileceğiniz bir şey.
Ama bu mesele, tercihten de öte bir vicdan ve birazcık da vefa meselesidir.
Ben bu haftayı sadece faal camilerle değil; çeşitli nedenlerle terk edilmiş, sesi
kesilmiş, cemaati dağılmış, taşta sabır gibi bekleyen camilerle birlikte hatırlamayı
tercih ediyorum. “Camiler Haftası’nı kutlamaktan çok, idrak etmeye bir çağrı”
olarak değerlendiriyorum.
Çünkü bu çağrı sadece bugüne değil; hafızasını yitirmiş bir topluma yöneliyor. Ve
ben bunu bir sadakat borcu olarak görüyorum.
Bazı camiler zorunluluklarla terk edilmiş olsa da hâlâ ayakta. Ama etrafı kalkmış,
sesi kesilmiş, cemaati dağılmış. Onlar hâlâ orada:
Taş.
Sessizlik.
Direniş.
Bu haftayı sadece dolup taşan camilerle değil; metruk kalmış olanlarla birlikte
idrak etmeliyiz. Çünkü bir cami, bir ezan. Bir sadakat. Bir direniş. Birazcık da vefa.
Peygamber Efendimizin (SAV) “Yeryüzünde Allah’ın evleri mescitlerdir. Oraya
gelene Allah Teâlâ ikramda bulunur.” Hadisi Şerifi, sadece faal olan camiler için
değil; unutulmuş olanlar için de geçerlidir diye düşünüyorum. Çünkü sadakat
mekâna değil, niyete bağlıdır. Hafıza göçle taşınmaz; sessizlikle korunur.
En yakından başlayacak olursak: Biga ilçesinde bugün çeşitli nedenlerle üç cami
metruk hâle gelmiş ve maalesef kaderine terk edilmiştir. Mahzun. Sessiz.
Bu tabloyu ülke geneline vurduğumuzda, binlerce caminin aynı kaderi paylaştığını
görürüz.
Eşelek Köyü, Bakacak Barajı’nın altında kaldı. Köy Gökçeada’ya taşındı. Köylüler
bu taşınma telaşı içinde bile, günde beş vakit kendilerini hakka çağıran sese
şahitlik eden camilerini unutmadılar; minaresinin taşlarını tek tek söküp
numaralandırarak yeni yerleşim köylerine götürdüler.
Baraj geldi. Sular yükseldi. Eşelek haritadan silindi. Ama camiler... Onlar hâlâ bir
yerlerde. Görünmüyorlar belki. Ama unutulmadılar. Çünkü bir cami, bir ezan. Bir
sadakat. Bir direniş. Birazcık da vefa.
Taşoluk Köyü de Taşoluk Barajı havzasında kaldığı için boşaltıldı. Cami hâlâ
ayakta. Köy terk edildi. Binalar yıkıldı. Ama cami, maziye bekçilik yapıyor.
Taş.
İz.
Hafıza.
Ve birazcık da vefa.
Beyoba bir zamanlar cıvıl cıvıl, kartpostallık manzarasıyla anılan ve hafızalara yer
eden yerleşim yeri idi ama artık terk edildi. Evler yıkıldı, düzlenip tarla oldu. Ama
camisi dimdik ayakta.
Çünkü onu inşa eden yürekler tertemizdi. Hacca gittiğinde kutsal mekânlarda
gördüğü mescitlere özenip “Ben de obama bir cami inşa edeceğim” diyen gönül
harcıyla kurulmuştu. Şimdi internet ortamında, ağaçtan minaresiyle, üstü başı
yamalı ezan okuyan fotoğrafıyla “İman varsa imkân da var” logosuyla yeni
nesillere ibret olması için paylaşılıyor, hatırlanıyor...
Eski taşlar hâlâ bir şey anlatıyor. Bir zamanlar orada ezan okunuyordu. Şimdi
okunmuyor belki. Ama yankısı hâlâ kubbede dolaşıyor. Çünkü yön kaybolmaz;
sadece gözden uzaklaşır.
Bir taş.
Bir iz.
Bir hafıza.
Birazcık da vefa...
Makedonya’nın Kumanova köyünde, 25 yıl boyunca boş köye ezan okuyan hafızın
hikâyesi, bu çağrının evrensel yankısıdır. Youtube’a girin, “25 yıl boş köye ezan
okuyan adam” yazın, karşınıza çıkar. İzleyin... Sayfalarca metnin anlatamadığını
o görüntü size bütün gerçekliliği anlatacak ve gerçek şamar gibi beyninize
vuracaktır.
O gönül insanı sadece ezan okumadı; sessizliğe sadakat gösterdi. Cemaat
olmasa da “Cami varsa, ezan da vardır” dedi. Tam 25 yıl, kar kış demeden gidip
terk edilmiş köyünde ezan okudu ve hâlen de yılmadan okumaya devam ediyor.
Minare yoktu belki. Ama ses vardı. Cemaat yoktu. Ama yön vardı. Bu, sadece bir
ibadet değil; sessizliğe yazılmış bir sadakat yeminiydi.
Bir insan.
Bir ses.
Bir sadakat.
Birazcık da vefa...
Van Gölü’nün ortasında, kuş uçmaz kervan geçmez Akdamar Kilisesi onarılır,
sembolik de olsa ibadete açılır. Ama bizden izler ve güzel hatıralar taşıyan
camilerin göz göre göre yıkılmasına göz yumulur. Bu, sadece bir ihmal değil; bir
hafıza kaybıdır. Vefasızlıktır.
Benim ukdem bu: Yerleşim yerleri kalktı diye unutulan camileri tekrar gündeme
getirmek. Çünkü bazı camiler, sadece ibadet değil; unutulmuşluğa karşı bir
direniştir.
Bir ezan.
Bir sadakat.
Bir direniş.
Birazcık da vefa...
Çok mu zor?
Teknik olarak çok kolay olan bir şeyin, vicdanî olarak neden bu kadar zorlaştığını
sorguluyoruz. Ve bunu yaparken, sadece bir sistem eleştirisi değil; bir zihniyet
teşhisi koyuyoruz. Çünkü mesele, sadece sistemin işlememesi değil; o sistemi
kuracak vicdanın körelmesidir. Hafızayı korumak için teknoloji değil, sadakat
gerekir.
Bugünkü teknik imkânlarla çok kolay: Bu camiler merkezi ezan sistemine dahil
edilebilir. Her ezan, bir hatırlama olur. Her hatırlama, bir sadakat. Her sadakat, bir
direniş...
Zor olan ezanı duyurmak değil; yönü hatırlatmak. Zor olan sistemi kurmak değil;
sadakati diri tutmak. Zor olan ses değil; vicdan.
Ama mesele teknik değil; vicdanî. Hafızası silinmiş, vefasızlık kodlanmış; dini ve
millî olan her değere mesafe koymayı ve burun kıvırmayı çağdaşlık zanneden bir
öğretinin egemen olduğu bir toplumda... Ve bunun karşısında da “Bana
dokunmayan yılan bin yaşasın” anlayışıyla etliye sütlüye karışmamayı hayat tarzı
hâline getirmiş insanlar arasında... Bu ve benzeri işler, sadece teknik değil;
vicdanın sınavıdır. O yüzden zor oluyor.
Bir ezan yeniden yankılansa... Yeter.
Sessizliğe ezan okuyanların izinden gidelim. Taşta saklı hafızayı, kubbede
yankılanan vicdanı yeniden diriltelim.
Diriltelim ki...
...dirilen sadece taş değil, yön olsun. Sadece ses değil, sadakat olsun. Sadece
hatırlama değil, hafızanın kendisi olsun. Ve belki de... bir toplumun vicdanı yeniden ses bulsun.
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Hasan Kaya
Sessizliğe Ezan Okuyanlar — Camiler Haftasında Vicdanî Çağrı
Bir hafta.
Bir hatırlama.
Bir vicdan.
Bir direniş.
Birazcık vefa...
Her yıl 1–7 Ekim arası “Camiler ve Din Görevlileri Haftası” olarak takvimlere
yazılır. Bu haftayı kutlamak mı, idrak etmek mi dersiniz; o sizin bileceğiniz bir şey.
Ama bu mesele, tercihten de öte bir vicdan ve birazcık da vefa meselesidir.
Ben bu haftayı sadece faal camilerle değil; çeşitli nedenlerle terk edilmiş, sesi
kesilmiş, cemaati dağılmış, taşta sabır gibi bekleyen camilerle birlikte hatırlamayı
tercih ediyorum. “Camiler Haftası’nı kutlamaktan çok, idrak etmeye bir çağrı”
olarak değerlendiriyorum.
Çünkü bu çağrı sadece bugüne değil; hafızasını yitirmiş bir topluma yöneliyor. Ve
ben bunu bir sadakat borcu olarak görüyorum.
Bazı camiler zorunluluklarla terk edilmiş olsa da hâlâ ayakta. Ama etrafı kalkmış,
sesi kesilmiş, cemaati dağılmış. Onlar hâlâ orada:
Taş.
Sessizlik.
Direniş.
Bu haftayı sadece dolup taşan camilerle değil; metruk kalmış olanlarla birlikte
idrak etmeliyiz. Çünkü bir cami, bir ezan. Bir sadakat. Bir direniş. Birazcık da vefa.
Peygamber Efendimizin (SAV) “Yeryüzünde Allah’ın evleri mescitlerdir. Oraya
gelene Allah Teâlâ ikramda bulunur.” Hadisi Şerifi, sadece faal olan camiler için
değil; unutulmuş olanlar için de geçerlidir diye düşünüyorum. Çünkü sadakat
mekâna değil, niyete bağlıdır. Hafıza göçle taşınmaz; sessizlikle korunur.
En yakından başlayacak olursak: Biga ilçesinde bugün çeşitli nedenlerle üç cami
metruk hâle gelmiş ve maalesef kaderine terk edilmiştir. Mahzun. Sessiz.
Bu tabloyu ülke geneline vurduğumuzda, binlerce caminin aynı kaderi paylaştığını
görürüz.
Eşelek Köyü, Bakacak Barajı’nın altında kaldı. Köy Gökçeada’ya taşındı. Köylüler
bu taşınma telaşı içinde bile, günde beş vakit kendilerini hakka çağıran sese
şahitlik eden camilerini unutmadılar; minaresinin taşlarını tek tek söküp
numaralandırarak yeni yerleşim köylerine götürdüler.
Baraj geldi. Sular yükseldi. Eşelek haritadan silindi. Ama camiler... Onlar hâlâ bir
yerlerde. Görünmüyorlar belki. Ama unutulmadılar. Çünkü bir cami, bir ezan. Bir
sadakat. Bir direniş. Birazcık da vefa.
Taşoluk Köyü de Taşoluk Barajı havzasında kaldığı için boşaltıldı. Cami hâlâ
ayakta. Köy terk edildi. Binalar yıkıldı. Ama cami, maziye bekçilik yapıyor.
Taş.
İz.
Hafıza.
Ve birazcık da vefa.
Beyoba bir zamanlar cıvıl cıvıl, kartpostallık manzarasıyla anılan ve hafızalara yer
eden yerleşim yeri idi ama artık terk edildi. Evler yıkıldı, düzlenip tarla oldu. Ama
camisi dimdik ayakta.
Çünkü onu inşa eden yürekler tertemizdi. Hacca gittiğinde kutsal mekânlarda
gördüğü mescitlere özenip “Ben de obama bir cami inşa edeceğim” diyen gönül
harcıyla kurulmuştu. Şimdi internet ortamında, ağaçtan minaresiyle, üstü başı
yamalı ezan okuyan fotoğrafıyla “İman varsa imkân da var” logosuyla yeni
nesillere ibret olması için paylaşılıyor, hatırlanıyor...
Eski taşlar hâlâ bir şey anlatıyor. Bir zamanlar orada ezan okunuyordu. Şimdi
okunmuyor belki. Ama yankısı hâlâ kubbede dolaşıyor. Çünkü yön kaybolmaz;
sadece gözden uzaklaşır.
Bir taş.
Bir iz.
Bir hafıza.
Birazcık da vefa...
Makedonya’nın Kumanova köyünde, 25 yıl boyunca boş köye ezan okuyan hafızın
hikâyesi, bu çağrının evrensel yankısıdır. Youtube’a girin, “25 yıl boş köye ezan
okuyan adam” yazın, karşınıza çıkar. İzleyin... Sayfalarca metnin anlatamadığını
o görüntü size bütün gerçekliliği anlatacak ve gerçek şamar gibi beyninize
vuracaktır.
O gönül insanı sadece ezan okumadı; sessizliğe sadakat gösterdi. Cemaat
olmasa da “Cami varsa, ezan da vardır” dedi. Tam 25 yıl, kar kış demeden gidip
terk edilmiş köyünde ezan okudu ve hâlen de yılmadan okumaya devam ediyor.
Minare yoktu belki. Ama ses vardı. Cemaat yoktu. Ama yön vardı. Bu, sadece bir
ibadet değil; sessizliğe yazılmış bir sadakat yeminiydi.
Bir insan.
Bir ses.
Bir sadakat.
Birazcık da vefa...
Van Gölü’nün ortasında, kuş uçmaz kervan geçmez Akdamar Kilisesi onarılır,
sembolik de olsa ibadete açılır. Ama bizden izler ve güzel hatıralar taşıyan
camilerin göz göre göre yıkılmasına göz yumulur. Bu, sadece bir ihmal değil; bir
hafıza kaybıdır. Vefasızlıktır.
Benim ukdem bu: Yerleşim yerleri kalktı diye unutulan camileri tekrar gündeme
getirmek. Çünkü bazı camiler, sadece ibadet değil; unutulmuşluğa karşı bir
direniştir.
Bir ezan.
Bir sadakat.
Bir direniş.
Birazcık da vefa...
Çok mu zor?
Teknik olarak çok kolay olan bir şeyin, vicdanî olarak neden bu kadar zorlaştığını
sorguluyoruz. Ve bunu yaparken, sadece bir sistem eleştirisi değil; bir zihniyet
teşhisi koyuyoruz. Çünkü mesele, sadece sistemin işlememesi değil; o sistemi
kuracak vicdanın körelmesidir. Hafızayı korumak için teknoloji değil, sadakat
gerekir.
Bugünkü teknik imkânlarla çok kolay: Bu camiler merkezi ezan sistemine dahil
edilebilir. Her ezan, bir hatırlama olur. Her hatırlama, bir sadakat. Her sadakat, bir
direniş...
Zor olan ezanı duyurmak değil; yönü hatırlatmak. Zor olan sistemi kurmak değil;
sadakati diri tutmak. Zor olan ses değil; vicdan.
Ama mesele teknik değil; vicdanî. Hafızası silinmiş, vefasızlık kodlanmış; dini ve
millî olan her değere mesafe koymayı ve burun kıvırmayı çağdaşlık zanneden bir
öğretinin egemen olduğu bir toplumda... Ve bunun karşısında da “Bana
dokunmayan yılan bin yaşasın” anlayışıyla etliye sütlüye karışmamayı hayat tarzı
hâline getirmiş insanlar arasında... Bu ve benzeri işler, sadece teknik değil;
vicdanın sınavıdır. O yüzden zor oluyor.
Bir ezan yeniden yankılansa... Yeter.
Sessizliğe ezan okuyanların izinden gidelim. Taşta saklı hafızayı, kubbede
yankılanan vicdanı yeniden diriltelim.
Diriltelim ki...
...dirilen sadece taş değil, yön olsun. Sadece ses değil, sadakat olsun. Sadece
hatırlama değil, hafızanın kendisi olsun. Ve belki de... bir toplumun vicdanı yeniden ses bulsun.