Yaz sonuydu... Geçen yılın sonbaharında, Eylül veya Ekim aylarında. Suriye’de henüz zalim Esed
devrilmemiş, Suriye halkının milyar dolarlarını alıp Rusya’ya kaçmamıştı...
Her zaman yaptığım gibi balık tutmak için değil de Ümmeti Muhammed’in hal ve gidişatına dertlenip Milli
Şairimiz Mehmet Akif’in “Gitme ey yolcu, beraber oturup ağlaşalım, Elemim bir yüreğin karı değil
paylaşalım...” mısraları ile başlayan “Bana Vahdet gibi bir yar-ı müsait lazım. Artık ey yolcu bırak ben
yalnız ağlayayım...” diye sonlanan şiirini deniz ile paylaşmak adına oltamı denize atmış, güya balık
avlamaya çalışıyordum ki, yanıma on üç on dört yaşlarında bir çocuk geldi. Ürkek ama aynı zamanda
yaşından büyük vakur bir tavırla, "Amca ben avımı sonlandırdım, kalan yemlerimi size verebilirim," dedi.
Balık avından artan üç-beş tane midyeyi bana uzatırken göz göze geldik... Gözlerinde, yaşıtlarına göre
çok daha fazla acı çekmiş ve zorluk yaşamış bir hal vardı. Teşekkür ettim ve ismi ile birlikte tanıdığım biri
olabileceği için babasını sordum. Hüzün dolu bir sesle, isminin Ömer ve Suriyeli göçmen olduğunu,
babasının balıkçı teknelerinde çalıştığını söyleyince içim burkuldu ve tarifsiz bir acı hissettim.
Güya Ümmeti Muhammed’in hal ve gidişatına dertlenerek denize attığım oltama bu defa Ümmeti
Muhammed’in abideleşmiş silüeti gibi duran, ülkesindeki iç savaştan ve Esed’in zulmünden kaçmak için
yerini yurdunu terk etmiş bir ailenin ferdi, masum bir Suriyeli mülteci çocuk takılmıştı. Karşımda adeta
Aliya İzzetbegoviç gibi "Düşmanlarımız burada, dostlarımız nerede..." der gibi bakıyordu.
Maalesef Ümmeti İslam olarak, Balkanlarda, Kafkaslarda, Ortadoğu’da olmamız gereken yerde
olamadığımız gibi zulümlerin karşısında duramamış ve “Bize dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” zavallılığı
ile günümüzü gün etmeye devam etmiştik.
Karşımda belki de memleketini hiç görmemiş, "Suriyeliyim" diyen, masumiyeti her halinden okunan,
boynu bükük bir çocuk vardı ve elindeki balık avından artan yemleri benimle paylaşmak istiyordu...
Oysaki ben, biz ve bütün Ümmeti İslam, onun yaşadığı acılar da dahil olmak üzere hiçbir şeyimizi onunla
paylaşmamıştık...
Ne diyebilirdim ki? Veyahut bu burum karşısında denilebilecek ne var ki?
Hayatının ilkbaharında, ülkesinden, yerinden yurdundan, arkadaşlarından uzak, ülkesi yıkılmış yakılmış;
demokrasi getireceklerini iddia eden yamyamlar tarafından tarumar edilmiş; arkadaşları da gözü dönmüş
dünyanın çağdaş bir o kadar da merhametsiz organ mafyasının elinde sermaye olmuş, kendisi de bir
sahil kasabasına sığınıp kurtulabilmiş, balıkçının yanında çalışan babanın kimsesiz, yapayalnız, boynu
bükük bir çocuğu...
Bırakın yanlarında olmayı, yaralarını sarmayı... Düne kadar Suriye'de yaşananlardan çok, ülkemizdeki
mülteci Suriyeliler gündemimizi meşgul ediyordu. Bazı siyasi partiler, her şeyi bir kenara bırakmış,
"Suriyeliler gitsin..." diye bağırıyordu. Belediye başkanlarımızdan bazıları, gündemde kalmak ve medyatik
olmak adına Suriyeli göçmenlerin suyunu ve sosyal yardımlarını kesmekle meşguldüler.
Zalim Esed ve BAAS rejimi, Suriye’ye demokrasi ve çağdaş yaşam getirmek vaadi ile gelen işbirlikçisi
batılı dostları desteklerini çektikleri ve alacaklarını alıp ülkelerine döndükten sonra, zulmettiği halkının paraları ile Rusya'ya sığındı. BAAS rejimi çöktü. İç karışıklık devam etse de, Esed gittiği için Suriyelilerin
birçoğu ülkelerine döndü.
Suriye'de kanlı katliam devam ederken, barbar Esed'i küstürmemek adına pasif bir şekilde yanında yer
aldık. Suriyeli mültecilere ise Alman Dazlakları gibi davrandık. Suriye'de işler rayına girince de bütün
bunları unutup, iki ihale alabilmek adına Şam Valisi'nden randevu almak için girişimde bulunmak gibi
siyasi bir omurgasızlığa maalesef tanık olduk.
Oysaki, ABD ve yardakçısı devletlerin/kişilerin Müslüman ülkelerin başını derde koymak için başlattıkları
"Arap Baharı" saçmalığına Tahrir ve Taksim yakıştırması ile maalesef destek verenler, Mısır'da halkın
oyları ile seçilmiş Mursi'nin iktidardan askeri darbe ile düşürülmesine ve şehit edilmesine ses
çıkarmadılar. Şimdi de Suriye'deki gelişmelere göre gardımızı almak için susuyoruz.
Ne güzel İstanbul değil mi? Gelişmeleri izle sus, ülkelerin kapitalistler tarafından işgal ve talan edilmesine
ses çıkarma, canını ve namusunu kurtarmak için mülteci olarak merhametine sığınanlara dazlaklık yap,
sonra da yıkılan ülkenin imarından üç beş ihale almak için sıraya gir...
Milli Şairimiz Akif’le başladık, yine onunla bitirelim:
“Müslümanlık nerde! Bizden geçmiş insanlık bile... Âdem aldatmaksa maksat, aldanan yok, nafile! Kaç
hakiki Müslüman gördümse, hep makberdedir; Müslümanlık, bilmem amma, galiba göklerdedir.”
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Hasan Kaya
Mülteci Çocuğun Hikayesi: Esed Sonrası Biz
Yaz sonuydu... Geçen yılın sonbaharında, Eylül veya Ekim aylarında. Suriye’de henüz zalim Esed
devrilmemiş, Suriye halkının milyar dolarlarını alıp Rusya’ya kaçmamıştı...
Her zaman yaptığım gibi balık tutmak için değil de Ümmeti Muhammed’in hal ve gidişatına dertlenip Milli
Şairimiz Mehmet Akif’in “Gitme ey yolcu, beraber oturup ağlaşalım, Elemim bir yüreğin karı değil
paylaşalım...” mısraları ile başlayan “Bana Vahdet gibi bir yar-ı müsait lazım. Artık ey yolcu bırak ben
yalnız ağlayayım...” diye sonlanan şiirini deniz ile paylaşmak adına oltamı denize atmış, güya balık
avlamaya çalışıyordum ki, yanıma on üç on dört yaşlarında bir çocuk geldi. Ürkek ama aynı zamanda
yaşından büyük vakur bir tavırla, "Amca ben avımı sonlandırdım, kalan yemlerimi size verebilirim," dedi.
Balık avından artan üç-beş tane midyeyi bana uzatırken göz göze geldik... Gözlerinde, yaşıtlarına göre
çok daha fazla acı çekmiş ve zorluk yaşamış bir hal vardı. Teşekkür ettim ve ismi ile birlikte tanıdığım biri
olabileceği için babasını sordum. Hüzün dolu bir sesle, isminin Ömer ve Suriyeli göçmen olduğunu,
babasının balıkçı teknelerinde çalıştığını söyleyince içim burkuldu ve tarifsiz bir acı hissettim.
Güya Ümmeti Muhammed’in hal ve gidişatına dertlenerek denize attığım oltama bu defa Ümmeti
Muhammed’in abideleşmiş silüeti gibi duran, ülkesindeki iç savaştan ve Esed’in zulmünden kaçmak için
yerini yurdunu terk etmiş bir ailenin ferdi, masum bir Suriyeli mülteci çocuk takılmıştı. Karşımda adeta
Aliya İzzetbegoviç gibi "Düşmanlarımız burada, dostlarımız nerede..." der gibi bakıyordu.
Maalesef Ümmeti İslam olarak, Balkanlarda, Kafkaslarda, Ortadoğu’da olmamız gereken yerde
olamadığımız gibi zulümlerin karşısında duramamış ve “Bize dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” zavallılığı
ile günümüzü gün etmeye devam etmiştik.
Karşımda belki de memleketini hiç görmemiş, "Suriyeliyim" diyen, masumiyeti her halinden okunan,
boynu bükük bir çocuk vardı ve elindeki balık avından artan yemleri benimle paylaşmak istiyordu...
Oysaki ben, biz ve bütün Ümmeti İslam, onun yaşadığı acılar da dahil olmak üzere hiçbir şeyimizi onunla
paylaşmamıştık...
Ne diyebilirdim ki? Veyahut bu burum karşısında denilebilecek ne var ki?
Hayatının ilkbaharında, ülkesinden, yerinden yurdundan, arkadaşlarından uzak, ülkesi yıkılmış yakılmış;
demokrasi getireceklerini iddia eden yamyamlar tarafından tarumar edilmiş; arkadaşları da gözü dönmüş
dünyanın çağdaş bir o kadar da merhametsiz organ mafyasının elinde sermaye olmuş, kendisi de bir
sahil kasabasına sığınıp kurtulabilmiş, balıkçının yanında çalışan babanın kimsesiz, yapayalnız, boynu
bükük bir çocuğu...
Bırakın yanlarında olmayı, yaralarını sarmayı... Düne kadar Suriye'de yaşananlardan çok, ülkemizdeki
mülteci Suriyeliler gündemimizi meşgul ediyordu. Bazı siyasi partiler, her şeyi bir kenara bırakmış,
"Suriyeliler gitsin..." diye bağırıyordu. Belediye başkanlarımızdan bazıları, gündemde kalmak ve medyatik
olmak adına Suriyeli göçmenlerin suyunu ve sosyal yardımlarını kesmekle meşguldüler.
Zalim Esed ve BAAS rejimi, Suriye’ye demokrasi ve çağdaş yaşam getirmek vaadi ile gelen işbirlikçisi
batılı dostları desteklerini çektikleri ve alacaklarını alıp ülkelerine döndükten sonra, zulmettiği halkının paraları ile Rusya'ya sığındı. BAAS rejimi çöktü. İç karışıklık devam etse de, Esed gittiği için Suriyelilerin
birçoğu ülkelerine döndü.
Suriye'de kanlı katliam devam ederken, barbar Esed'i küstürmemek adına pasif bir şekilde yanında yer
aldık. Suriyeli mültecilere ise Alman Dazlakları gibi davrandık. Suriye'de işler rayına girince de bütün
bunları unutup, iki ihale alabilmek adına Şam Valisi'nden randevu almak için girişimde bulunmak gibi
siyasi bir omurgasızlığa maalesef tanık olduk.
Oysaki, ABD ve yardakçısı devletlerin/kişilerin Müslüman ülkelerin başını derde koymak için başlattıkları
"Arap Baharı" saçmalığına Tahrir ve Taksim yakıştırması ile maalesef destek verenler, Mısır'da halkın
oyları ile seçilmiş Mursi'nin iktidardan askeri darbe ile düşürülmesine ve şehit edilmesine ses
çıkarmadılar. Şimdi de Suriye'deki gelişmelere göre gardımızı almak için susuyoruz.
Ne güzel İstanbul değil mi? Gelişmeleri izle sus, ülkelerin kapitalistler tarafından işgal ve talan edilmesine
ses çıkarma, canını ve namusunu kurtarmak için mülteci olarak merhametine sığınanlara dazlaklık yap,
sonra da yıkılan ülkenin imarından üç beş ihale almak için sıraya gir...
Milli Şairimiz Akif’le başladık, yine onunla bitirelim:
“Müslümanlık nerde! Bizden geçmiş insanlık bile... Âdem aldatmaksa maksat, aldanan yok, nafile! Kaç
hakiki Müslüman gördümse, hep makberdedir; Müslümanlık, bilmem amma, galiba göklerdedir.”