SON DAKİKA
Hava Durumu

Makarnacı ve Samancı

Yazının Giriş Tarihi: 15.09.2025 17:01
Yazının Güncellenme Tarihi: 15.09.2025 17:01

Köyler artık eski köy değil, şehirler de eski şehir değil. Aslını soracak olursan, hiçbir şey eskisi gibi değil.
Yediğimiz, içtiğimiz, giydiğimiz her şey hibrit; konuştuğumuz, tartıştığımız, gördüğümüz ve duyduğumuz
her şey ise neredeyse yapay. Ama en önemlisi — ve belki de en kötüsü — insanlar da eski insanlar değil.
Yüzler değişti, kelimeler değişti, niyetler değişti. Fakat bazı değerler, zamana ve tüm bozulmalara karşı
hâlâ direniyor.
Direnmek, bazen bir kavanozun kapağını sıkıca kapatmak kadar sessiz; bazen bir çay buharında
çözülmek kadar ince. Direnmek, gürültüyle değil; sabırla, sessizlikle, göz göze gelmeden olur.
Sonbahar, köylerde tatlı bir telaşın ve derip toplamanın mevsimidir. Köyde mevsimler yalnızca hava
durumuna göre değil; insanların niyetine göre de değişir. Kadın erkek, yaşlı genç herkesin bir işi, bir de
yükü vardır. Kadınlar, kendi bahçesinden ya da komşusunun tarlasından temin ettiği — organik olmasa
da — doğal ürünleri kavanozlara koyarken, aslında kışın sessizliğini mühürler. Erkekler ise hayvan
haşatının rızkı için topladığı samanın altına baharın umudunu serer.
Herkesin işi bir mevsimi taşır; herkesin yükü bir mevsimi bekler. Ve köyde yük, sadece sırtla değil; kalple
taşınır.
Köy kahvesini hiç sormayın, orası vicdanın kürsüsüdür. Günde en az bir defa uğramak âdettendir. Çünkü
oradaki çay yalnızca içilmez; sohbete dem olur, kelimeler buharla çözülür. Kahve, sadece çay içilen yer
değil; kelimelerin tartıldığı, sessizliklerin konuştuğu, hayatın sade ritminin duyulduğu bir yerdir.
Orada konuşan sadece ağız değildir; bazen bir bakış, bazen bir suskunluk, bazen bir çay kaşığının
tabağa dokunuşudur.
Köy kahveleri toplumun minyatürüdür. Kimisi bir soluk almak için uğrar, kimisi o gün ne olmuş diye kulak
kabartır. Ama köyde merak, dedikodu değil; tanımaya çalışmaktır. Çünkü köyde herkes birbirinin
aynasıdır.
Kahvenin köşesinde oturmuş, çayımızı yudumluyor; günün muhasebesini yapıyorduk. “Bugün neler
yaptınız?” sorusu üzerine biri, “Ben bugün Makarnacıydım,” dedi. Diğeri, “Ben de Samancıydım.”
deyince, yan masadan bir kahkaha yükseldi.
Kahkaha, kelimelerin garipliğine değil; hayatın sade mizahını taşırdı. Çünkü köyde mizah incitmez;
sadece yükü hafifletir. Herkes kendi telaşını bir kelimeye sığdırır; ama o kelime bir ömürlük anlam taşır.
Fakat bu kelimeler, köy kahvesinden çıkıp meydanlara ulaştığında hoyratlaşıyor. Siyasette “Makarnacı”
ve “Samancı” gibi kelimeler birer aşağılama aracına dönüşüyor. Oysa market raflarında çeşit çeşit
makarna bolluğu var; televizyonlarda zamanında yayınlanan “Nuh’un Ankara Makarnası” reklamı hâlâ
kulaklarımızda yankılanıyor... Bunların hepsi bir ihtiyaçtan doğmuştu.
Şimdi ise bu kelimeler, yardım torbasına ve kırsal alaya indirgenmiş durumda. Kalıplarla konuşuyoruz,
kelimelerle değil. Kalıplarda kırmaya, dökmeye, parçalamaya göre ayarlandığı içinde hiç yüksünmeden
kırıyoruz, döküyoruz, parçalıyor ve öğütüyoruz. Bütün bunları eksiksiz yapıyoruz.

Sağcı – Solcu; Alevi – Sünni; Makarnacı – Samancı. En akıllısı biziz, o geri zekâlı... En dürüstü biziz, o
sahtekâr... Biz aydınız, çağdaşız... Karşımızdaki gerici, yobaz...
Kelimeler artık anlam değil; silah taşıyor. Her cümle bir siper, her sıfat bir kurşun.
Makarnacı olmak, kışlık ihtiyaçlar için yapılan bir tencere sıcaklıktı. Sevgiyle pişen bir telaştı. Samancı
olmak, samanın tozunda sabrı kurutmaktı. Hayvanın kışını düşünmekti. Ama siyasette bu kelimeler birer
küçümseme aracına dönüştü. Oysa köydeki kahvede gülümseten Makarnacı- Samancı birer sıfattı; şimdi
ise kırıcı birer etiket.
Köy kahvesinde hâlâ vicdan kırmamak dönmemek adına konuşmak için direniyor. Çayın buharında
kelimeler hâlâ çözülüyor. Orada hâlâ insan, insana bakıyor.
Ve birden, yan masadan biri feryat edercesine bağırdı: “Adamların biri kışlık makarnasını, diğeri samanını
yapmış, garantiye almış. Bizse güya dalga geçiyoruz. Bizim makarnalar daha ambarda buğday, samanlar
tarlada sap... Bizse oturmuş laylaylom yapıyoruz... Kış kapıda!”
Bu söz, kahvede bir sessizlik bıraktı. Çünkü köyde söz sadece duyulmaz; tartılır. Herkesin yüzünde aynı
düşünce: telaşın kıymetini geç fark eden bir toplumun yorgun bakışı.
Biz toplum olarak birbirimizi “Makarnacı, Samancı” diye etiketleyip güya aklımızca aşağılar iken, “Atı alan
Üsküdar’ı aştı...” Bizden oyu alıp yükünü alanları gözden kaçırdığımızı ya hiç farkına varamadık ya da
çok geç farkına vardık.
Çünkü biz kelimelere değil; sloganlara inandık. Politika gereği söylenen ve vaat edilenlerin şatafatına
aldandık... Dava gömleği adı ile giydirilen kişilere hizmet etme yoluna revan olduk. Çünkü biz çayın
buharına değil; ekranın parıltısına, dijital yalanlara kandık. Gerçekleri kaçırdık.
Toplum olarak gözümüze at gözlüğü gibi taktığımız tarafgirliğimizi bir kenara bırakıp, birbirimize “Sen
Makarnacı, ben Samancı” gibi sıfatlarla saldırmak yerine; sevgi ve saygı çerçevesinde tarafsız ve
irdeleyen bir gözle olaylara bakabilirsek... Düne kadar bizimle birlikte olanların siyasete adım attıklarında
ne ara bu kadar zengin olduklarını sorabiliriz. Aldığı maaştan kat kat fazla kira ödeyenlere “Nasıl
yapıyorsun?” diye sorgulayabilirsek, gerçeklerin kuyruğundan kısmen de olsa yakalayabiliriz.

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar (0)
Yükleniyor..
logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.