Köy kahveleri — [şimdi büyükşehirlerin “mahalle” adıyla tanımsızlaştırdığı, eski
köylerin kalbi] — hilenin, hurdanın barınamadığı; samimiyetin hüküm sürdüğü,
minyatür bir Türkiye mesafesindedir.
Tertemiz insanların yaşadığı Anadolu coğrafyasının köylerinde neredeyse herkes
birbirini tanır. Bu dar çevrede sözler eğilip bükülmeden söylenir; fikirler
dolambaçsız ve çıplaktır. Ne demek istiyorsa insan, onu olduğu gibi ifade eder. Bu
açıklık hâli güvene ve kolektif hafızaya yaslanır; çünkü burada dile gelen her söz
yalnızca bugünün değil, geçmişin ve geleceğin de izlerini ve yankılarını taşır. Köy
kahvesi, kalabalık şehirlerin gürültüsünde yitirdiğimiz bir tür sosyal dürüstlüğün
son sığınağı gibidir.
Haziran sıcağı kavuruyordu. Dünyada İsrail’in İran’a saldırısıyla tansiyon
yükselmiş, ülke gündemi ise CHP tartışmalarıyla kuşatılmıştı. Biz de ücra bir köy
kahvesinde, dar bir dost masasında, odun ateşiyle pişmiş çaylarımızın buğusunda
dünyanın gürültüsünden bir an sıyrılmış; eski günleri yâd edip anılarımızı
tazeliyorduk ki...
Yan masada oturan bir köylü kardeşimiz, elindeki telefonu açıp bize döndü.
Ekrandan AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik’in sesi yankılanıyordu:
“İsrail bizim müttefikimiz ve dostumuzdur...”
O cümle duyulur duyulmaz, masadaki hava bir anda değişti. Çünkü bazı kelimeler
yalnızca duyulmaz; tarihin, hafızanın, vicdanın üzerine atılır. Ve orada, o köy
kahvesinde, birbirinden farklı dünya görüşlerine sahip insanlar bu cümlede ortak
bir yabancılık hissetti.
Bir anlık çığlığı andıran bir sessizlik çöktü masaya. Sessizliği, uzun zamandır AK
Parti köy delegeliği yapmış olan bir kardeşimiz bozdu. Sözleri içinden taşar
gibiydi:
“Ne oluyor bize yahu... Haziran ortasında bile güvendiğimiz dağlara kar mı
yağar?”
[Ardından içini çekti:]
“Biz yıllarca ‘Kes lan!’ diye kükreyen, ‘One Minute!’ diyerek dünyaya meydan
okuyan bir yiğidin partisine oy verdik... Ama şimdi neler duyuyoruz.”
“İnsanın güvendiği dağlara kar yağması...”
Bir Türk atasözüdür; “En çok inandığımız, arkamızı yasladığımız yerlerden
beklemediğimiz bir hayal kırıklığı geldi” demektir. Tam da o anda, AK Parti
Sözcüsü Ömer Çelik’in “İsrail bizim müttefikimiz ve dostumuzdur”
açıklamasının şiddetindeki kırılmayı dile getirmek için, çaresizce döküldü o cümle:
“Haziran ortasında bile güvendiğimiz dağlara kar yağdı...”
Başka biri söze karıştı:
“Bu topraklar çok şey gördü. İngiliz ajanı olup da Müslüman olmadığı hâlde Kâbe
imamlığına kadar yükselmiş Lawrence kılıklı adamlardan tut da... Rabıta
kuruyoruz diye İngiltere’ye göbek bağıyla bağlı, İngiliz Kralı’nı doğuştan sünnetli ve
gizli Müslüman diye fısıldayan, şirinlik muskasıyla İngiliz severlik pazarlayan
tarikatlara kadar... Biz ise hâlâ Haziran’da dağlara yağan kara feryat edip
duruyoruz... Halbuki gidin köprünün başına: O güvendiğiniz dağlara yağan
karların eriyip sulara karışmasıyla nasıl çer çöp, nasıl mide bulandıran küçük
sinekler akıp gidiyor; onu izleyin.”
Yan masadaki köylü kardeşimizin telefonundan yayılan o açıklama, sohbetin içine
bomba gibi düşmüş, ortamı darmadağın etmişti.
Dikkatlice olanları izleyen başka bir arkadaş araya girdi:
“O açıklama yeni değil, on yıl önce yapılmış...”
Ortam biraz yumuşadı. Fakat telefonun sahibi sinsi bir tebessümle ekledi:
“On yıl önce, beş yıl sonra... Ne fark eder ki?”
Yani bilgi yanlış olabilir ama etki çoktan sağlanmıştı.
AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik’in “İsrail bizim müttefikimiz ve dostumuzdur”
sözünü içeren açıklaması on yıl öncesine ait olsa da, sanki bugün söylenmiş gibi
montajlanmış ve servis edilmişti.
Ama işte... “Açtırma kutuyu, söyletme kötüyü” denir ya... Hem kutu açılmış hem
de kavgada bile söylenmeyecek sözler söylenmişti bir kere.
23 yılda güzel anılar ve anlamlı hizmetler yapıldığını kimse inkâr etmiyordu. Fakat
kutunun içinde hasıraltına süpürülmüş kötülüklerin gün yüzüne çıkması için
kapağını hafifçe aralamanın bile yeterli olduğunu gösteren bir an yaşanmıştı.
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Hasan Kaya
Köprülerin altından akan kar suyu...
Köy kahveleri — [şimdi büyükşehirlerin “mahalle” adıyla tanımsızlaştırdığı, eski
köylerin kalbi] — hilenin, hurdanın barınamadığı; samimiyetin hüküm sürdüğü,
minyatür bir Türkiye mesafesindedir.
Tertemiz insanların yaşadığı Anadolu coğrafyasının köylerinde neredeyse herkes
birbirini tanır. Bu dar çevrede sözler eğilip bükülmeden söylenir; fikirler
dolambaçsız ve çıplaktır. Ne demek istiyorsa insan, onu olduğu gibi ifade eder. Bu
açıklık hâli güvene ve kolektif hafızaya yaslanır; çünkü burada dile gelen her söz
yalnızca bugünün değil, geçmişin ve geleceğin de izlerini ve yankılarını taşır. Köy
kahvesi, kalabalık şehirlerin gürültüsünde yitirdiğimiz bir tür sosyal dürüstlüğün
son sığınağı gibidir.
Haziran sıcağı kavuruyordu. Dünyada İsrail’in İran’a saldırısıyla tansiyon
yükselmiş, ülke gündemi ise CHP tartışmalarıyla kuşatılmıştı. Biz de ücra bir köy
kahvesinde, dar bir dost masasında, odun ateşiyle pişmiş çaylarımızın buğusunda
dünyanın gürültüsünden bir an sıyrılmış; eski günleri yâd edip anılarımızı
tazeliyorduk ki...
Yan masada oturan bir köylü kardeşimiz, elindeki telefonu açıp bize döndü.
Ekrandan AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik’in sesi yankılanıyordu:
“İsrail bizim müttefikimiz ve dostumuzdur...”
O cümle duyulur duyulmaz, masadaki hava bir anda değişti. Çünkü bazı kelimeler
yalnızca duyulmaz; tarihin, hafızanın, vicdanın üzerine atılır. Ve orada, o köy
kahvesinde, birbirinden farklı dünya görüşlerine sahip insanlar bu cümlede ortak
bir yabancılık hissetti.
Bir anlık çığlığı andıran bir sessizlik çöktü masaya. Sessizliği, uzun zamandır AK
Parti köy delegeliği yapmış olan bir kardeşimiz bozdu. Sözleri içinden taşar
gibiydi:
“Ne oluyor bize yahu... Haziran ortasında bile güvendiğimiz dağlara kar mı
yağar?”
[Ardından içini çekti:]
“Biz yıllarca ‘Kes lan!’ diye kükreyen, ‘One Minute!’ diyerek dünyaya meydan
okuyan bir yiğidin partisine oy verdik... Ama şimdi neler duyuyoruz.”
“İnsanın güvendiği dağlara kar yağması...”
Bir Türk atasözüdür; “En çok inandığımız, arkamızı yasladığımız yerlerden
beklemediğimiz bir hayal kırıklığı geldi” demektir. Tam da o anda, AK Parti
Sözcüsü Ömer Çelik’in “İsrail bizim müttefikimiz ve dostumuzdur”
açıklamasının şiddetindeki kırılmayı dile getirmek için, çaresizce döküldü o cümle:
“Haziran ortasında bile güvendiğimiz dağlara kar yağdı...”
Başka biri söze karıştı:
“Bu topraklar çok şey gördü. İngiliz ajanı olup da Müslüman olmadığı hâlde Kâbe
imamlığına kadar yükselmiş Lawrence kılıklı adamlardan tut da... Rabıta
kuruyoruz diye İngiltere’ye göbek bağıyla bağlı, İngiliz Kralı’nı doğuştan sünnetli ve
gizli Müslüman diye fısıldayan, şirinlik muskasıyla İngiliz severlik pazarlayan
tarikatlara kadar... Biz ise hâlâ Haziran’da dağlara yağan kara feryat edip
duruyoruz... Halbuki gidin köprünün başına: O güvendiğiniz dağlara yağan
karların eriyip sulara karışmasıyla nasıl çer çöp, nasıl mide bulandıran küçük
sinekler akıp gidiyor; onu izleyin.”
Yan masadaki köylü kardeşimizin telefonundan yayılan o açıklama, sohbetin içine
bomba gibi düşmüş, ortamı darmadağın etmişti.
Dikkatlice olanları izleyen başka bir arkadaş araya girdi:
“O açıklama yeni değil, on yıl önce yapılmış...”
Ortam biraz yumuşadı. Fakat telefonun sahibi sinsi bir tebessümle ekledi:
“On yıl önce, beş yıl sonra... Ne fark eder ki?”
Yani bilgi yanlış olabilir ama etki çoktan sağlanmıştı.
AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik’in “İsrail bizim müttefikimiz ve dostumuzdur”
sözünü içeren açıklaması on yıl öncesine ait olsa da, sanki bugün söylenmiş gibi
montajlanmış ve servis edilmişti.
Ama işte... “Açtırma kutuyu, söyletme kötüyü” denir ya... Hem kutu açılmış hem
de kavgada bile söylenmeyecek sözler söylenmişti bir kere.
23 yılda güzel anılar ve anlamlı hizmetler yapıldığını kimse inkâr etmiyordu. Fakat
kutunun içinde hasıraltına süpürülmüş kötülüklerin gün yüzüne çıkması için
kapağını hafifçe aralamanın bile yeterli olduğunu gösteren bir an yaşanmıştı.