“İşgalci Türkiye Kıbrıs’ı terk et...” demiş monşer
Yazının Giriş Tarihi: 28.10.2025 13:03
Yazının Güncellenme Tarihi: 28.10.2025 13:05
6 Ekim 2025’te KKTC’de yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimleri, yalnızca sandıktan çıkan iradeyi
değil; Kıbrıs üzerindeki emperyalist hesapları, bu kirli hesabın sahiplerini, taşeronlarını ve
destekçilerini de gün yüzüne çıkardı.
Seçim öncesi söylenmeye ve dillendirilmeye cesaret edilemeyen kirli niyet seçim sonrası
kalabalığın arkasına saklanılarak alelacele ve telaşla açılmış olan “İŞGALCİ TÜRKİYE
KIBRIS’I TERK ET...” yazılı pankart ile dillendirilmeye çalışıldı ama seçimi kazanan ve
kaybeden partiler de dahil olmak üzere kimse böylesi bir saçmalığa sahip çıkmadığı için cami
avlusuna bırakılmış çocuk gibi ortada kaldı.
Açanın elinde patlayan sahibinin de halkın tepkisinden korktuğu için ortaya çıkmaya cesaret
edemediği için adı sanı belli olmayan bu pankart, bir anda ortamın havasını bozdu ve coşkunun
yerine kuşkuya bıraktı. “Kıbrıs’ta ne oluyor?” sorusu, seçim zaferinin gölgesine düştü.
CTP’nin resmi söyleminde yer almamasına rağmen, medya ve sosyal çevrelerde yürütülen algı
oyunlarıyla bu pankart, kazananın sırtına iliştirilmiş gibi sanki kazanan partinin ve halkın
görüşüymüş gibi sunuldu.
Bu pankartın arkasındaki kirli zihniyet, Türkiye siyasetine hiçte yabancı olmadığımız İstanbul
sokaklarında “Zulüm 1453 Başladı...” yazısıyla kendini teşhir eden anlayış, bu defa Kıbrıs’ta
“İŞGALCİ TÜRKİYE KIBRIS’I TERK ET...” pankartı ile karşımıza çıktı, boyunu gösterdi.
Boyunun ölçüsünü ne kadar aldı bilinmez ama bu kirli zihniyet Ali Cengiz oyunlarını ve
gerçekleri ters yüz etmeyi çok iyi bildiği için kendince gösterilen tepkileri destekmiş gibi lanse
etmeye çalıştı...
Bir meze tabağında Kıbrıs’ı Yunan’a bağışlayacağını söyleyenlerden, Yunan adalarına günübirlik
gidip gelen ve bunu 364 gün 6 saat anlatan sevicilere kadar uzanan listedekiler de bu ucube
tiyatroya ve sahnelenen oyuna alkış yapmaktan geri durmadı.
Biliyorsunuz bu güruh, ülkenin her hayırlı işine kulp değil; zincir takar. İHA ’ya SİHA’ ya “maket”,
TEKNOFEST’İ “panayır” der; balık ürker, kuş kaçar, karga bile güler bahanesiyle her adımı
boğmaya çalışır.
Kendi ülkesini gammazlayıp Londra’ya, Washington’a el açarlar. Komşunun bahçesini işgal
edenlere susarlar; ama kendi evinin bekçisine “işgalci” derler.
Türkiye deyince dilleri çözülür, pankartı açanlara manevi evlat muamelesi yaparlar.
“Emredersiniz Monşer” diyerek hizaya geçer, efendi arayışına çıkarlar.
KKTC’de taşeron bir meczubun açtığı pankarta, Türkiye’de bazıları mal bulmuş mağribi gibi
sarıldı. Saray metrekareleriyle itibar ölçenler, bu söyleme gizliden ya da açıktan sahip çıktı.
Halk nezdinde hiçbir karşılığı olmayan, kendi başına anlam taşımayan bu pankart; kalabalık
gördükleri her ortamda kaynak olup, kalabalığın sırtına binip, pankart iliştirerek yankı arayan
bazı sol çevreler ve taşeron radikal gruplar tarafından bayraklaştırıldı.
Bu pankart, seçimi kazanan partinin ve halkın değil; seçim kalabalığının arkasına saklanan,
sadece bir avuç Monşer tetikçisinin sesi oldu. CTP lideri Tufan Erhürman, pankartın gürültüsüne
değil; halkın iradesine kulak verdi. Sipariş sloganlara değil; sahici diyaloğa yöneldi. Seçim
meydanında değil, fikir zemininde kazandı. Türkiye ile yola devam edeceğini açık açık deklare
etti.
Çünkü gerçek tıpkı KKTC bayrağı gibi rüzgârla değil; iradeyle dalgalanır. O bayrak ki Erbakan’ın
çizdiği hilal, sadece bir şekil değil; bir duruşun, bir direnişin sembolüdür. Siperin arkasında değil;
önünde duran bilir neyin savunulduğunu.
Pankartı tutan el titrek; ama ipi çekenler hâlâ gölgede. Monşer gömleğiyle halk kürsüsüne
çıkanlar, efendi arayışından vazgeçmedi. KKTC’nin AB alınıp serbest dolaşım vaadiyle oy
avcılığına çıkanlar, saf değiştirenler, bayrağın gölgesinde yaşayıp kıymetini bilmeyenler de
gerçeği bir gün anlayacaklar...
Endişeye mahal yok. Türkiye artık Monşer ’in arka bahçesinde değil; kendi rotasında, kendi
pusulasında. Mavi Vatan’dan Dışişleri’ne uzanan milli akıl, siperin önünde duranları yalnız
bırakmıyor.
Kıbrıs’ta açılan o pankart, bir siparişti. Ama siparişin sesi, siperin sessizliğini bastıramadı. Çünkü
siperin önünde duranlar bağırmaz; bekler. Beklemek sabır değil; iradedir. O irade, bayrağı
rüzgâra değil; vicdana emanet eder.
Her seçim bir sesleniştir. Ama bazen ses değil; sessizlik konuşur. KKTC’deki seçim sonrası
oluşan manzara da buydu: bağıranlar değil, düşünenler kazandı. Pankartı açan el kirliydi; ama
ipi çekenler hâlâ perde arkasında kirli yüzlerini gizleyebiliyor. O perde, bir zamanlar Monşer ‘in
gömleğiyle örtülmüştü; şimdi halkın iradesiyle aralanıyor.
Türkiye’nin dış politikası artık sipariş sloganlarla değil; siper ruhuyla yürütülüyor. Kıbrıs’ta Mavi
Vatan gibi sadece bir harita değil; bir mirastır. O miras, Erbakan’ın çizdiği hilalde, Fidan’ın
yürüttüğü diplomaside, halkın sessiz ama derin onayında yaşıyor.
Monşer veya Monşer’ler ne derse desinler, hangi senaryoyu yazıp hangi filmi çevirirlerse
çevirsinler...Yol engebeli ve çetin olsa da öyle görünse de endişeye ve telaşa mahal yok...
Kıbrıs’ta açılan o pankart, zincirin sesi değil; siparişin yankısıydı. Ama halk, zincirin ne zaman
özgürlük ne zaman esaret olduğunu bilir. Zinciri kırmak için değil; mirası korumak için sessiz
kalır.
Sessizlik, bazen en gür cevaptır. KKTC halkı o pankarta sessiz kaldı; çünkü cevabı bayrakta
verdi. O bayrak, Erbakan’ın çizdiği hilal ile konuştu. Rüzgârla değil; iradeyle dalgalandı.
Türkiye artık Monşer ‘in gömleğini değil; kendi ceketini giyiyor. O ceket, yerli dikim; milli kumaş.
Dış politikada artık terzi başkası değil; halkın iradesi. Bu yüzden sipariş pankartlar, siperin
önünde duranı ürkütmez. Çünkü siperin önünde duran bilir: bağıranlar geçer, miras kalır.
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Hasan Kaya
“İşgalci Türkiye Kıbrıs’ı terk et...” demiş monşer
6 Ekim 2025’te KKTC’de yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimleri, yalnızca sandıktan çıkan iradeyi
değil; Kıbrıs üzerindeki emperyalist hesapları, bu kirli hesabın sahiplerini, taşeronlarını ve
destekçilerini de gün yüzüne çıkardı.
Seçim öncesi söylenmeye ve dillendirilmeye cesaret edilemeyen kirli niyet seçim sonrası
kalabalığın arkasına saklanılarak alelacele ve telaşla açılmış olan “İŞGALCİ TÜRKİYE
KIBRIS’I TERK ET...” yazılı pankart ile dillendirilmeye çalışıldı ama seçimi kazanan ve
kaybeden partiler de dahil olmak üzere kimse böylesi bir saçmalığa sahip çıkmadığı için cami
avlusuna bırakılmış çocuk gibi ortada kaldı.
Açanın elinde patlayan sahibinin de halkın tepkisinden korktuğu için ortaya çıkmaya cesaret
edemediği için adı sanı belli olmayan bu pankart, bir anda ortamın havasını bozdu ve coşkunun
yerine kuşkuya bıraktı. “Kıbrıs’ta ne oluyor?” sorusu, seçim zaferinin gölgesine düştü.
CTP’nin resmi söyleminde yer almamasına rağmen, medya ve sosyal çevrelerde yürütülen algı
oyunlarıyla bu pankart, kazananın sırtına iliştirilmiş gibi sanki kazanan partinin ve halkın
görüşüymüş gibi sunuldu.
Bu pankartın arkasındaki kirli zihniyet, Türkiye siyasetine hiçte yabancı olmadığımız İstanbul
sokaklarında “Zulüm 1453 Başladı...” yazısıyla kendini teşhir eden anlayış, bu defa Kıbrıs’ta
“İŞGALCİ TÜRKİYE KIBRIS’I TERK ET...” pankartı ile karşımıza çıktı, boyunu gösterdi.
Boyunun ölçüsünü ne kadar aldı bilinmez ama bu kirli zihniyet Ali Cengiz oyunlarını ve
gerçekleri ters yüz etmeyi çok iyi bildiği için kendince gösterilen tepkileri destekmiş gibi lanse
etmeye çalıştı...
Bir meze tabağında Kıbrıs’ı Yunan’a bağışlayacağını söyleyenlerden, Yunan adalarına günübirlik
gidip gelen ve bunu 364 gün 6 saat anlatan sevicilere kadar uzanan listedekiler de bu ucube
tiyatroya ve sahnelenen oyuna alkış yapmaktan geri durmadı.
Biliyorsunuz bu güruh, ülkenin her hayırlı işine kulp değil; zincir takar. İHA ’ya SİHA’ ya “maket”,
TEKNOFEST’İ “panayır” der; balık ürker, kuş kaçar, karga bile güler bahanesiyle her adımı
boğmaya çalışır.
Kendi ülkesini gammazlayıp Londra’ya, Washington’a el açarlar. Komşunun bahçesini işgal
edenlere susarlar; ama kendi evinin bekçisine “işgalci” derler.
Türkiye deyince dilleri çözülür, pankartı açanlara manevi evlat muamelesi yaparlar.
“Emredersiniz Monşer” diyerek hizaya geçer, efendi arayışına çıkarlar.
KKTC’de taşeron bir meczubun açtığı pankarta, Türkiye’de bazıları mal bulmuş mağribi gibi
sarıldı. Saray metrekareleriyle itibar ölçenler, bu söyleme gizliden ya da açıktan sahip çıktı.
Halk nezdinde hiçbir karşılığı olmayan, kendi başına anlam taşımayan bu pankart; kalabalık
gördükleri her ortamda kaynak olup, kalabalığın sırtına binip, pankart iliştirerek yankı arayan
bazı sol çevreler ve taşeron radikal gruplar tarafından bayraklaştırıldı.
Bu pankart, seçimi kazanan partinin ve halkın değil; seçim kalabalığının arkasına saklanan,
sadece bir avuç Monşer tetikçisinin sesi oldu. CTP lideri Tufan Erhürman, pankartın gürültüsüne
değil; halkın iradesine kulak verdi. Sipariş sloganlara değil; sahici diyaloğa yöneldi. Seçim
meydanında değil, fikir zemininde kazandı. Türkiye ile yola devam edeceğini açık açık deklare
etti.
Çünkü gerçek tıpkı KKTC bayrağı gibi rüzgârla değil; iradeyle dalgalanır. O bayrak ki Erbakan’ın
çizdiği hilal, sadece bir şekil değil; bir duruşun, bir direnişin sembolüdür. Siperin arkasında değil;
önünde duran bilir neyin savunulduğunu.
Pankartı tutan el titrek; ama ipi çekenler hâlâ gölgede. Monşer gömleğiyle halk kürsüsüne
çıkanlar, efendi arayışından vazgeçmedi. KKTC’nin AB alınıp serbest dolaşım vaadiyle oy
avcılığına çıkanlar, saf değiştirenler, bayrağın gölgesinde yaşayıp kıymetini bilmeyenler de
gerçeği bir gün anlayacaklar...
Endişeye mahal yok. Türkiye artık Monşer ’in arka bahçesinde değil; kendi rotasında, kendi
pusulasında. Mavi Vatan’dan Dışişleri’ne uzanan milli akıl, siperin önünde duranları yalnız
bırakmıyor.
Kıbrıs’ta açılan o pankart, bir siparişti. Ama siparişin sesi, siperin sessizliğini bastıramadı. Çünkü
siperin önünde duranlar bağırmaz; bekler. Beklemek sabır değil; iradedir. O irade, bayrağı
rüzgâra değil; vicdana emanet eder.
Her seçim bir sesleniştir. Ama bazen ses değil; sessizlik konuşur. KKTC’deki seçim sonrası
oluşan manzara da buydu: bağıranlar değil, düşünenler kazandı. Pankartı açan el kirliydi; ama
ipi çekenler hâlâ perde arkasında kirli yüzlerini gizleyebiliyor. O perde, bir zamanlar Monşer ‘in
gömleğiyle örtülmüştü; şimdi halkın iradesiyle aralanıyor.
Türkiye’nin dış politikası artık sipariş sloganlarla değil; siper ruhuyla yürütülüyor. Kıbrıs’ta Mavi
Vatan gibi sadece bir harita değil; bir mirastır. O miras, Erbakan’ın çizdiği hilalde, Fidan’ın
yürüttüğü diplomaside, halkın sessiz ama derin onayında yaşıyor.
Monşer veya Monşer’ler ne derse desinler, hangi senaryoyu yazıp hangi filmi çevirirlerse
çevirsinler...Yol engebeli ve çetin olsa da öyle görünse de endişeye ve telaşa mahal yok...
Kıbrıs’ta açılan o pankart, zincirin sesi değil; siparişin yankısıydı. Ama halk, zincirin ne zaman
özgürlük ne zaman esaret olduğunu bilir. Zinciri kırmak için değil; mirası korumak için sessiz
kalır.
Sessizlik, bazen en gür cevaptır. KKTC halkı o pankarta sessiz kaldı; çünkü cevabı bayrakta
verdi. O bayrak, Erbakan’ın çizdiği hilal ile konuştu. Rüzgârla değil; iradeyle dalgalandı.
Türkiye artık Monşer ‘in gömleğini değil; kendi ceketini giyiyor. O ceket, yerli dikim; milli kumaş.
Dış politikada artık terzi başkası değil; halkın iradesi. Bu yüzden sipariş pankartlar, siperin
önünde duranı ürkütmez. Çünkü siperin önünde duran bilir: bağıranlar geçer, miras kalır.