Fareli Köyün Kavalcısı: Ezgiden Yürüyüşe, Yürüyüşten Sessizliğe
Yazının Giriş Tarihi: 13.10.2025 09:47
Yazının Güncellenme Tarihi: 13.10.2025 09:48
Kültür emperyalizmi mi, kültür istilası mı, hayran budalalığı mı; batılılaşma mı, çağdaşlık mı, aydınlanma
mı, özünden uzaklaşmam mı, yoksa kopmam mı? Artık adına ne derseniz deyin. Her karış toprağı
destansı ve ibretlik yaşanmışlıklarla dolu olan bu coğrafyada kendi kültürümüzü hatırlamaya üşenirken;
yaşanmışlığı 1284 yılına dayanan “Fareli Köyün Kavalcısı” deyince kulaklar hemen dikilir, hafızalar
tazelenir. Konusu meçhul, ama başlık tanıdık gelir. Hatırlamayız belki ama yiğitliğe bir şey sürmemek için
de biliyormuşuz ayağına yatıp bozuntuya vermeyiz. Çünkü bizde içerik değil, etiket ezberlenir. Kendi öz
kültürümüze, masalımıza burun kıvırır, yabancının kavalı çalınca ritme kapılırız.
1284’te Almanya’nın Hameln kasabası fare istilasına uğrar. Evler, ambarlar, beşikler, ayakkabılar... Her
yer fare doludur. Halk çaresizdir; yiyecek kalmaz, hastalık yayılır. O sırada kasabaya bir adam gelir.
Rengârenk giysiler içinde, elinde kaval. “Fareleri toplarım” der. Belediye ve halk, kurtuluş karşılığında
altın vaat eder. Masal burada başlar; ama söz, burada biter.
Kavalcı melodisini çalmaya başlar. Müziğin etkisiyle fareler yuvalarından çıkar, onu takip eder. Kavalcı
onları nehre götürür; kendisi karşıya geçer, fareler suya kapılıp boğulur. Kasaba farelerden kurtulur. Ama
halk, verdiği sözü unutmuş gibidir. “Fare kalmadıysa, ödeme gereksiz” der. Kavalcı öfkeyle kasabayı terk
eder. Ertesi gün geri döner.
Bu kez kavalını kasabanın çocukları için çalar. Melodiyi duyan ve kavalın ritmine kapılan 130 çocuk, tıpkı
fareler gibi kavalcıyı takip eder. Kavalcı onları bir dağdaki mağaraya götürür. Kapı kapanır. Çocuklar
kaybolur. Bazı anlatımlarda birkaç çocuk geri döner; bazılarında hiçbiri dönmez. Kasaba halkı pişman
olur, yöneticilere öfkelenir. Ama geç kalınmıştır. Kavalcı, tutulmayan sözün sessiz intikamını almıştır.
Bu masal, sözün tutulmadığı yerde güvenin nasıl çöktüğünü, adaletin nasıl sustuğunu anlatır. Kavalcı,
melodisiyle önce kurtarır, sonra cezalandırır. Çünkü söz verip tutmayanlar, sadece güveni değil, geleceği
de kaybeder. Ve en net gerçek: bazen bir ezgi, bir nutuktan daha keskin hüküm verir. Melodi, neyin
söylendiğini değil, neyin unutulduğunu hatırlatır. Kavalcı konuşmaz; ama sesi, halkın vicdanında
yankılanır. Çünkü ses karar olur; söz sadece süs. Ve süs, hakikati örttüğü sürece, halk hep aynı
melodinin peşinden yürür.
Yıl olmuş 2025...
Olayın üzerinden 741 yıl geçmiş. Biz hâlâ ülke gerçeklerini anlatabilmek adına bu ritüeli kullanıyoruz...
Ama bizim ülkemizde fareler artık ambarlarda değil; zihinlerde, vicdanlarda, sokaklarda dolaşıyor. Artık
tahılı değil, düşünceyi kemiriyorlar. Masalda kavalcı çaldı, fareler yürüdü. Halk alkışladı. Çünkü yürüyen
fare değil, kurtuluş sanıldı. Melodi etkileyiciydi; ne söylendiği değil, nasıl söylendiği önemliydi. Kavalın
sesi, hakikatin yerini aldı. Ve herkes unuttu: fare hâlâ oradaydı, sadece yön değiştirmişti.
Bugün ülkemizde fareler görünmüyor; çünkü alkışlar gürültüyü bastırıyor. Herkes yürüyüşe odaklandı.
Kimse neyin peşinden gittiğini sormuyor. Çünkü ses var, ama yön yok. Ezgi var, ama iz yok.
Kavalcılar değişti, kürsüler çoğaldı, ama halk hâlâ kendi gücünün farkında olmadan ve kandırıldığını bile
bile birilerinin peşinden gidiyor. Çünkü türküye dönüşen yalan, hakikatten daha kolay ezberleniyor. Ezber,
sorgulamayı değil, tekrarı sever. Ve tekrar, hakikatin en sessiz düşmanıdır.
Artık kavalcılar rengârenk giysiler giymiyor. Kendilerini sureti haktan ve bizden biri gösteren münafıklığın
elbiselerini kuşanıyorlar. Üzerlerinden veri kokusu geliyor; algı ve manipülasyon tütüyor. Melodileri flütle
değil, flaş bellekle taşıyorlar. Her sabah yeni bir ezgi, her akşam yeni bir yürüyüş. Halk ise yürümeyi
alışkanlık sanıyor; yönü değil, ritmi takip ediyor. Çünkü yürüyen halk, düşünen halk değildir.
Artık kavalcılar tek başına yürümüyor. Hepsi bir ağın parçası. Her ekran bir kaval; her bildirim bir ezgi.
Melodi artık kulaktan değil, parmak ucundan giriyor. Halk, yürümeyi değil, kaydırmayı öğreniyor. Çünkü
algoritma sadece yön vermez; alışkanlık üretir. Ve alışkanlık, düşüncenin en sessiz düşmanıdır.
Kürsü Kuşları sabah öter, akşam susar. Uçmazlar; çünkü kanatları nutukla doludur. Her ötmeleri bir
alkışa muhtaçtır. Her kürsüde bir kemirik, her nutukta bir tıslama vardır. Kavalcılar melodiyi değiştirir, ama
niyet hep aynıdır: yürütmek. Sorgulamadan, durmadan, dönmeden. Çünkü yürüyenler iz sürmez; sadece
izlenir.
Ezgi artık sadece yön vermiyor; kimlik biçiyor. Kimin neye inanacağı, neye kızacağı, neye susacağı
melodinin ritmine göre belirleniyor. Kavalcılar artık fikir üretmiyor; tepki tasarlıyor. Her ezgi bir duyguyu
tetikliyor, her ritim bir yönelimi dayatıyor. Halk, kendi sesini unuttukça ezgiyi sahipleniyor. Çünkü sesini
kaybeden, başkasının melodisine razı olur. Ve razı olan, yürür; sorgulamadan, durmadan, dönmeden.
Ve işte böyle yürünüyor bu ülkede. Ezgi değişiyor, ritim hızlanıyor, ama yön hep aynı kalıyor. Kavalcılar
susuyor, halk konuştuğunu sanıyor. Herkes bir şey söylüyor, ama kimse bir şey duymuyor. Çünkü ses
çok, anlam az. Ve anlam azaldıkça, ezgi hüküm sürüyor.
Artık hakikat aranmaz oldu; çünkü hakikat rahatsız eder. Rahatsızlık sorguyu doğurur, sorgu ise yürüyüşü
bozar. Bu yüzden herkes yürümeye devam ediyor. Sessizce, ezberle, alışkanlıkla.
Ve şimdi herkes yürürken susuyor. Ezgi sürüyor, ritim değişmiyor, yön hâlâ belirsiz. Kavalcılar
görünmüyor, ama melodileri hâlâ hüküm sürüyor. Çünkü halk, sesin sahibini değil, sesin alışkanlığını
takip ediyor. Sorgu sustu, iz silindi, yön kayboldu. Geriye sadece yürüyüş kaldı. Uzun, sessiz,
ezberlenmiş bir yürüyüş.
Ve sen... Bu melodiyi ezberleyenlerden misin? Yoksa kedinin izini sürenlerden mi?
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Hasan Kaya
Fareli Köyün Kavalcısı: Ezgiden Yürüyüşe, Yürüyüşten Sessizliğe
Kültür emperyalizmi mi, kültür istilası mı, hayran budalalığı mı; batılılaşma mı, çağdaşlık mı, aydınlanma
mı, özünden uzaklaşmam mı, yoksa kopmam mı? Artık adına ne derseniz deyin. Her karış toprağı
destansı ve ibretlik yaşanmışlıklarla dolu olan bu coğrafyada kendi kültürümüzü hatırlamaya üşenirken;
yaşanmışlığı 1284 yılına dayanan “Fareli Köyün Kavalcısı” deyince kulaklar hemen dikilir, hafızalar
tazelenir. Konusu meçhul, ama başlık tanıdık gelir. Hatırlamayız belki ama yiğitliğe bir şey sürmemek için
de biliyormuşuz ayağına yatıp bozuntuya vermeyiz. Çünkü bizde içerik değil, etiket ezberlenir. Kendi öz
kültürümüze, masalımıza burun kıvırır, yabancının kavalı çalınca ritme kapılırız.
1284’te Almanya’nın Hameln kasabası fare istilasına uğrar. Evler, ambarlar, beşikler, ayakkabılar... Her
yer fare doludur. Halk çaresizdir; yiyecek kalmaz, hastalık yayılır. O sırada kasabaya bir adam gelir.
Rengârenk giysiler içinde, elinde kaval. “Fareleri toplarım” der. Belediye ve halk, kurtuluş karşılığında
altın vaat eder. Masal burada başlar; ama söz, burada biter.
Kavalcı melodisini çalmaya başlar. Müziğin etkisiyle fareler yuvalarından çıkar, onu takip eder. Kavalcı
onları nehre götürür; kendisi karşıya geçer, fareler suya kapılıp boğulur. Kasaba farelerden kurtulur. Ama
halk, verdiği sözü unutmuş gibidir. “Fare kalmadıysa, ödeme gereksiz” der. Kavalcı öfkeyle kasabayı terk
eder. Ertesi gün geri döner.
Bu kez kavalını kasabanın çocukları için çalar. Melodiyi duyan ve kavalın ritmine kapılan 130 çocuk, tıpkı
fareler gibi kavalcıyı takip eder. Kavalcı onları bir dağdaki mağaraya götürür. Kapı kapanır. Çocuklar
kaybolur. Bazı anlatımlarda birkaç çocuk geri döner; bazılarında hiçbiri dönmez. Kasaba halkı pişman
olur, yöneticilere öfkelenir. Ama geç kalınmıştır. Kavalcı, tutulmayan sözün sessiz intikamını almıştır.
Bu masal, sözün tutulmadığı yerde güvenin nasıl çöktüğünü, adaletin nasıl sustuğunu anlatır. Kavalcı,
melodisiyle önce kurtarır, sonra cezalandırır. Çünkü söz verip tutmayanlar, sadece güveni değil, geleceği
de kaybeder. Ve en net gerçek: bazen bir ezgi, bir nutuktan daha keskin hüküm verir. Melodi, neyin
söylendiğini değil, neyin unutulduğunu hatırlatır. Kavalcı konuşmaz; ama sesi, halkın vicdanında
yankılanır. Çünkü ses karar olur; söz sadece süs. Ve süs, hakikati örttüğü sürece, halk hep aynı
melodinin peşinden yürür.
Yıl olmuş 2025...
Olayın üzerinden 741 yıl geçmiş. Biz hâlâ ülke gerçeklerini anlatabilmek adına bu ritüeli kullanıyoruz...
Ama bizim ülkemizde fareler artık ambarlarda değil; zihinlerde, vicdanlarda, sokaklarda dolaşıyor. Artık
tahılı değil, düşünceyi kemiriyorlar. Masalda kavalcı çaldı, fareler yürüdü. Halk alkışladı. Çünkü yürüyen
fare değil, kurtuluş sanıldı. Melodi etkileyiciydi; ne söylendiği değil, nasıl söylendiği önemliydi. Kavalın
sesi, hakikatin yerini aldı. Ve herkes unuttu: fare hâlâ oradaydı, sadece yön değiştirmişti.
Bugün ülkemizde fareler görünmüyor; çünkü alkışlar gürültüyü bastırıyor. Herkes yürüyüşe odaklandı.
Kimse neyin peşinden gittiğini sormuyor. Çünkü ses var, ama yön yok. Ezgi var, ama iz yok.
Kavalcılar değişti, kürsüler çoğaldı, ama halk hâlâ kendi gücünün farkında olmadan ve kandırıldığını bile
bile birilerinin peşinden gidiyor. Çünkü türküye dönüşen yalan, hakikatten daha kolay ezberleniyor. Ezber,
sorgulamayı değil, tekrarı sever. Ve tekrar, hakikatin en sessiz düşmanıdır.
Artık kavalcılar rengârenk giysiler giymiyor. Kendilerini sureti haktan ve bizden biri gösteren münafıklığın
elbiselerini kuşanıyorlar. Üzerlerinden veri kokusu geliyor; algı ve manipülasyon tütüyor. Melodileri flütle
değil, flaş bellekle taşıyorlar. Her sabah yeni bir ezgi, her akşam yeni bir yürüyüş. Halk ise yürümeyi
alışkanlık sanıyor; yönü değil, ritmi takip ediyor. Çünkü yürüyen halk, düşünen halk değildir.
Artık kavalcılar tek başına yürümüyor. Hepsi bir ağın parçası. Her ekran bir kaval; her bildirim bir ezgi.
Melodi artık kulaktan değil, parmak ucundan giriyor. Halk, yürümeyi değil, kaydırmayı öğreniyor. Çünkü
algoritma sadece yön vermez; alışkanlık üretir. Ve alışkanlık, düşüncenin en sessiz düşmanıdır.
Kürsü Kuşları sabah öter, akşam susar. Uçmazlar; çünkü kanatları nutukla doludur. Her ötmeleri bir
alkışa muhtaçtır. Her kürsüde bir kemirik, her nutukta bir tıslama vardır. Kavalcılar melodiyi değiştirir, ama
niyet hep aynıdır: yürütmek. Sorgulamadan, durmadan, dönmeden. Çünkü yürüyenler iz sürmez; sadece
izlenir.
Ezgi artık sadece yön vermiyor; kimlik biçiyor. Kimin neye inanacağı, neye kızacağı, neye susacağı
melodinin ritmine göre belirleniyor. Kavalcılar artık fikir üretmiyor; tepki tasarlıyor. Her ezgi bir duyguyu
tetikliyor, her ritim bir yönelimi dayatıyor. Halk, kendi sesini unuttukça ezgiyi sahipleniyor. Çünkü sesini
kaybeden, başkasının melodisine razı olur. Ve razı olan, yürür; sorgulamadan, durmadan, dönmeden.
Ve işte böyle yürünüyor bu ülkede. Ezgi değişiyor, ritim hızlanıyor, ama yön hep aynı kalıyor. Kavalcılar
susuyor, halk konuştuğunu sanıyor. Herkes bir şey söylüyor, ama kimse bir şey duymuyor. Çünkü ses
çok, anlam az. Ve anlam azaldıkça, ezgi hüküm sürüyor.
Artık hakikat aranmaz oldu; çünkü hakikat rahatsız eder. Rahatsızlık sorguyu doğurur, sorgu ise yürüyüşü
bozar. Bu yüzden herkes yürümeye devam ediyor. Sessizce, ezberle, alışkanlıkla.
Ve şimdi herkes yürürken susuyor. Ezgi sürüyor, ritim değişmiyor, yön hâlâ belirsiz. Kavalcılar
görünmüyor, ama melodileri hâlâ hüküm sürüyor. Çünkü halk, sesin sahibini değil, sesin alışkanlığını
takip ediyor. Sorgu sustu, iz silindi, yön kayboldu. Geriye sadece yürüyüş kaldı. Uzun, sessiz,
ezberlenmiş bir yürüyüş.
Ve sen... Bu melodiyi ezberleyenlerden misin? Yoksa kedinin izini sürenlerden mi?