SON DAKİKA
Hava Durumu

Ballı Börek Belediyeciliği: İşçiye Sıfır Zam, Yandaşa İmar

Yazının Giriş Tarihi: 29.09.2025 08:42
Yazının Güncellenme Tarihi: 29.09.2025 08:43

Ara sıra Tahtakale’ye uğrarım.
Ama bu Tahtakale, sizin bildiğiniz İstanbul’un Tahtakale’si değil. Bu Tahtakale,
Biga’nın siyasetinl, vicdanın nabzını tutan; sıra sıra çay ocaklarının dizildiği, üç
beş sandalye atılarak kahvehaneler sokağına dönüşmüş, çayın dumanıyla değil,
sessizliğin buharıyla demlenen bir vicdan kıyısı. Herkesin birbirini tanıdığı,
herkesin çok şey bildiği ama kimsenin her şeyi söylemediği yer.
Aslında Tahtakale’nin müdavimlerinden değilim. Yolum düşerse ara sıra uğrarım.
Oralarda gündem değişmez; sadece isimler yer değiştirir. Herkes bir şey bilir;
kimse hiçbir şeyi tam anlatmaz. Ben ise anlatılanı değil, anlatılmayanı dinlerim.
Çok şey duymamak için gitmem. Ama her gittiğimde bir şey duyarım. Orada
konuşulanlar haber değil; kimin neyi nasıl çevirdiğinin kısa özetidir. Bir müdürün
terfisi, bir işçinin sessizliği, bir başkanın hamlesi, bir esnafın sabrı... Hepsi aynı
masada, farklı bardaklarda servis edilir. Lafın tonu değişir; ama içeriği hep aynı
kalır: çevrilmiş işler, örtülmüş hesaplar, duyulmuş ama söylenmemiş cümleler.
Kulaklarımı değil, içimi açarım. Duyduklarımı içimde tartarım. Çünkü duymak,
bilmek sorumluluktur. Bazen de bilmemek, kirlenmemektir. Ve bazen susmak, en
yüksek itirazdır
Bu yüzden konuşulanı değil, konuşulmayanı duymaya çalışırım. Reklam kokan,
birilerini veya kendini temize çıkarmaya çalışanların lakırdısını hiç sevmem. Lafın
gürültüsünden değil, sessizliğin içinden geçerim. Çünkü hakikat, çoğu zaman
sesin değil, sessizliğin içinde saklanır.
Çay biter, laf devam eder; kalkarım. Masada kalanlar manşeti yazmaya devam
eder. Ben ise sessizliğimi bir metne dönüştürürüm. Çünkü bazı cümleler
kahvehanede kurulmaz; vicdanın içinde demlenir. O demli sessizliği yazıya
dökmek için uğrarım oraya. Sadece uğrarım. Fazla oturmam. Neredeyse hiç
konuşmam. Ama her gidişimde biraz daha yazıya yaklaşırım.

O gün oturduğum masanın yanındaki masada belediye işçileri vardı. Hem çay
içiyorlar hem de kendi aralarında tartışıyorlardı:
“Sıfır zam...
DİSK imza...
Olur mu böyle şey?”
Sırt sırta oturduğumuz için dinlemek istemesen de sesler bizim masadan da
duyuluyordu. Arkadaşım kahveciyi çağırdı hem bize hem yan masaya çay söyledi.
Çaylar geldi, arkadaş yan masadakilere takıldı: “Bu çaylar sorularla demlenecek.
İçmeden kalkmak yok. Şimdi söyleyin bakalım, bu sıfır zam mevzuu ne?”
Belediye işçileri rahatsız oldu. Suçüstü yakalanmış gibi ürkek ve korku dolu
gözlerle birbirlerine bakıştılar. “Biz çay ısmarla mı dedik? Ismarlamasaydın. Hem
ayıp değil mi, yaşlı başlı insanlarsınız. Başka masanın muhabbetini dinlemeye
utanmıyor musunuz?” diyerek çaylara dokunmadan kalktılar.
Ortaya nahoş bir durum çıkmıştı. Kendi aramızda “Ayıp mı oldu, gençlere yanlış
mı yaptık?” diye tartışmaya başlamış, konudan uzaklaşmıştık ki kaçarcasına giden
işçilerden biri tekrar masaya geldi: “Kusura bakmayın, az önce size kabalık ettik...
Sizin yaptığınız da doğru değildi ama bizim de öyle davranmamız gerekiyordu.
Yanımızda işçi çavuşu ve onbaşısı vardı, onlar öyle yaptıkları için biz de kalktık...
Bir şey söyleseydik başımız derde girerdi... Evet, CHP’li Biga Belediyesi 2025
yılının birinci altı ayında, sayıları 30-35 civarında olan kadrolu işçilerine ‘sıfır
zam’ verdi ve bunu da yetkili sendika DİSK ile imzaladı...”
Sessizliğin içinden konuşan, vicdanın nabzını tutan, lafın değil anlamın peşine
düşen biri olarak, bu cümleyi sadece duymadım; içimde yankısını hissettim.
O an anladım ki, korku sadece suskunluk yaratmaz; vicdanı da susturur.
Duyduklarıma inanamadım. Emeğin ve işçinin savunucusu olduğunu söyleyen bir
belediye, enflasyonun bel büktüğü bir dönemde işçiye sıfır zam veremezdi. Sıfır
zam alan işçi suçlu gibi davranmaz; hakkını arardı. Ama belediye sıfır zam verdiği
gibi, belediye işçisi de bunu söylemekten çekiniyordu
“Olmaz,” dedim. “Olamaz,” dedim. “Sendika, işçinin sesi olmalıdır. Sessiz
kalan sendika, işçiye ihanet eder.” “Halkçı belediyecilik anlayışımızda,
işçinin hakkı kutsaldır.” diye kendini yırtan bir sendika, sıfır zamma imza
atamazdı.
“Kulaklarım bana oyun mu oynuyor?” diye tereddüt edecek derecede
duyduklarıma inanamamıştım. Ama kulaklarımla duymuştum. Masada kıyasıya bir
münakaşa devam ediyordu. DİSK gibi bir sendikanın, CHP’li bir belediyede
“sıfır zam” gibi bir saçmalığa imza atması... Gerçekten inanması zor.

Sosyal demokrat söylemlerle kürsüleri titreten bir belediye... Emek, ekmek,
özgürlük sloganlarıyla meydanları inleten bir sendika... Ve ikisi bir araya
gelip işçiye sıfır zam veriyor.
Bu çelişkiyi sadece ben değil, yıllar önce Cemil Meriç de şöyle tarif etmişti:
“İdeolojiler, hakikatin yerine geçince zulüm başlar.”
Şimdilerde popülaritesini yitirse de, bazılarınca hain ve dönek diye yaftalansa da
Kemal Kılıçdaroğlu zamanında CHP Genel Başkanı iken “Biz bu ülkenin
emekçileri için mücadele ediyoruz. Onların alın teri kutsaldır.” diye az nutuk
atmamıştı. Yoksa şimdi o devir kapandı deyip CHP yeni adetler mi çıkarıyordu?
Ama şimdiki genel başkan da çalışanları ezdirmemek adına asgari ücrete yıllık
değil, aylık zam yapacaklarını söylüyordu.
Gel gör ki CHP’li belediyelerde, İzmir’de, Biga’da söylenenlerin tam tersi
yaşanıyordu. Bordroya düşen rakam değil, inkârın suretiydi: Sıfır.
Ne enflasyon farkı. Ne geçim payı. Ne insani bir jest. Ne özür. Ne açıklama. Ne
vicdanî bir gerekçe. Hiçbir şey. Sadece sessizlik.
İşçiye sıfır zam, vicdana sıfır ses. Bu sessizlik sadece bordroya değil; toplumsal
hafızaya da düşen bir çiziktir. Ve o çizik, zamanla yara olur.
Bu olay, yani CHP’li bir belediye ile devrimci bir sendika olduğunu söyleyen
DİSK’in işçiye sıfır zam vermesi, CHP’li belediyelerde ayyuka çıkan yolsuzluk
ve rüşvet soruşturmalarından daha yüz kızartıcı bir durum.
Sokakta “açız, öldük” diye bağıracaksın... Sonra da işçiye sıfır zam vererek boş
tabak uzatacaksın. Bunu da DİSK ile birlikte imzalayacaksın.
Her zaman “Aziz Nesinlik olay” deriz; bu da tam Aziz Nesin’in “Bu ülkede en
çok susturulanlar, en çok çalıştırılanlardır.” sözünün ete kemiğe bürünmüş
hâli.
Bir masa düşünün... Bir yanda belediye, bir yanda sendika. İkisinin de önünde
kalem var; ama işçinin sesi yok. İkisinin de cebinde bütçe var; ama işçinin cebinde
umut yok. Ve o masada, “sıfır zam” yazan bir protokol imzalanıyor. İmzalanıyor
ama kimse “neden?” demiyor. Çünkü “neden?” demek, vicdanı uyandırır. Vicdan
uyanırsa, düzen rahatsız olur.
Bir tabela düşünün... Üzerinde “CHP Belediyesi” yazıyor. Altında “DİSK yetkili
sendika” yazıyor. Ama tabelanın gölgesinde işçiye sıfır zam veriliyor, boş tabak
eline tutuşturuluyor. Sözün bittiği nokta gibi.
Ama bu nokta üç nokta gibi... Devam eden süre giden olaylar zinciri...

Seçimlerde propaganda döneminde “imara açılır” diye dile dolanan yerlerle ilgili
çalışmaların olduğu, tepe noktasını daha cazip hale getirip sonra imara açmak için
hazırlığın yapıldığı Tahtakale’de konuşulmaya başlamış bile...
İşçiye sıfır zam... Konsere gani para... İmar hazırlığı... Önce alışveriş ve dinlenme
merkezi planlaması... Sonra da zeytinliğin imara açılması hamlesi... Ve ardından:
“Ama ben milletvekili olurum, beni desteklersiniz” pazarlığı...
Hadi hayırlısı bakalım...

Biga Tahtakale böyle bir yer işte... Dilin kemiği yok... Ağzı olan; var-yok, olur-
olmaz konuşuyor... Gitmesen olmuyor, gittiğinde de duyduğunu yazmasan

olmuyor... Her duyduğunu da doğruluğunu araştırmadan yazmak ise hiç
olmuyor...
En iyisi yerel siyasetin gündeminden uzak kalmak ama... Biga da bu ülkenin bir
ilçesi ve bir parçası. Buradaki yerel siyaset gündemi, bazen genel siyasete de
ayna tutuyor.
Ve o aynanın şavkı, yazı metnine dönüşüyor. Çayın buharında değil; vicdanın
buharında demleniyor. Söz değil; sessizlik konuşuyor. Ve o sessizlik, bir gün
herkesin duyacağı kadar gürleşiyor. Çünkü sessizlik, duyulmak için değil;
duyurmak için vardır.

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar (0)
Yükleniyor..
logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.