SON DAKİKA
Hava Durumu

AK Parti’de Ne Oluyor?

Yazının Giriş Tarihi: 22.09.2025 16:29
Yazının Güncellenme Tarihi: 22.09.2025 16:41

AK Parti’de son günlerde yaşanan istifa dalgası, ülke genelindeki sarsıntılı dönemde nezaketle
geçiştirilecek ya da görmezden gelinecek kadar yüzeysel değil; bu, teşkilatın derin fay hatlarında
bir kırılma. 20 Eylül 2025 itibarıyla sekiz il başkanı affını istedi. Parti merkezi bu gelişmeyi
“kardeşlik ruhuyla” açıklıyor. Ancak sokak ve kulisler çok başka şeyler söylüyor.
Şamil Tayyar’ın konu ile ilgili “Mevzu derin” cümlesi, kulislerin nabzını değil, teşkilatın ruh hâlini
tarif ediyor. Gerçekten de mevzu, sadece kulis değil; teşkilatın ruh hâli kadar derin. Bu kadar
eşzamanlı istifa, sadece “affını isteme” nezaketi ile açıklanamaz.
Kongre sonrası şehirlerdeki çalışmalar “istenilen düzeyin altında” kalmış. Peki bu düzeyin
ölçüsü ne? Sandık mı? Sadakat mi? Sessizlik mi? Eksik olan enerji mi, tükenen sabır mı? Yoksa
ikisi birden mi?
Çanakkale il başkanı da affını isteyenler arasında. Biga’dan bakınca bile, Çanakkale’deki
sarsıntı doğrudan hissediliyor. AK Parti’de taşlar yerinden oynuyor; bu artık sadece bir söylenti
değil, sahada hissedilen bir gerçek.
Bu sadece bir görev değişimi değil; sanki bir dönemin kapanışı gibi. Yerel teşkilat suskun,
kulisler hareketli. “AK Parti’de ne oluyor?” sorusu artık sadece bir merak değil; bir sorgulama,
bir hesaplaşma çağrısı gibi kulaktan kulağa yayılıyor.
“Affını isteme” furyası performansla açıklanmaya çalışılıyor. Ancak teşkilat içindeki hizipler,
yerel klikler ve Ankara’ya uzanan sadakat hatları mı yeniden çiziliyor? Yoksa sadakat nutukları
atıp da aksini yapanların ortaya çıkması mı söz konusu?
AK Parti’nin teşkilat yapısı uzun bir zamandır iktidarda olmanın sadakat zinciriyle ayakta
duruyordu. Zincirin halkaları gevşediğinde, görevden alma değil, “affını isteme” dili devreye
giriyor. Nezaket burada bir prosedür değil, bir perde. Ve perde aralandığında görülen değil,
açığa çıkan; görevden alınanlar değil, alınamayanların hikâyesi. Nezaket, sessiz bir tasfiyenin
dili.
Çanakkale’deki değişim, sadece bir il başkanının vedası değil; bir sessizliğin, bir bekleyişin, bir
yeniden hizalanmanın başlangıcı. Yerel teşkilat merkezin nabzını tutmaya çalışıyor. Kim
kalacak? Kim gidecek? Kim yükselecek? Bu sorular artık sadece kulislerde değil, sokakta da
konuşuluyor.
Ve en çarpıcı olanı: bu değişimlerin zamanlaması. 2028 seçimlerine daha üç yıl var. Ama AK
Parti kadrolarını şimdiden şekillendirmeye başlamış.
Hazırlık mı? Temizlik mi? Tasfiye mi? Yenilenme mi? Yoksa içsel bir hizalanma mı? Teşkilat
Başkanı’nın tam yetkiyle neşter vurması mı?

Neşterin izi, sadece görev değişiminde değil; teşkilatın ruh hâlinde de okunuyor. Bu sorular artık
dışarıdan değil, içeriden de soruluyor. Çünkü bazen en doğru sorular cevaptan önce gelir. Ve
belki de bu sorular, sadece AK Parti’nin değil, Türkiye siyasetinin nabzını tutmak için bir fırsattır.
AK Parti’nin “yenilenme” söylemi, teşkilatın iç dinamiklerini yeniden şekillendirme iddiası
taşıyor. Ancak bu iddia sahada nasıl karşılık buluyor? Yerel teşkilatlar gerçekten daha dinamik
kadrolarla mı yola devam edecek, yoksa sadakat zincirinin yeni halkaları mı takılıyor?
Çanakkale’deki değişim, bu sorunun ete kemiğe bürünmüş hali. İl başkanının vedası, teşkilatın
içindeki dengeleri sarsmış durumda. Kiminin sesi yükseliyor? Kimi sessizce hizaya giriyor? Bu
sorular sadece siyaset meraklılarının değil, parti tabanının da gündeminde. Çünkü herkes
biliyor: görevden alınan her isim, bir başka ismin yükselişine işaret eder. Ve bu yükselişler
sadece liyakatle değil, merkezle kurulan bağlarla da şekillenir.
AK Parti, 2028 seçimlerine giderken kadrolarını “en güçlü neticeyi alacak şekilde” kurmak
istiyor. Ancak bu güç sadece seçim kazanmakla mı ölçülüyor? Yoksa teşkilat içindeki uyum,
sadakat ve sessizlikle mi? Parti içindeki bu değişim dalgası, bir yandan dinamizm vaadi
sunarken, diğer yandan merkezileşen karar alma süreçlerini de görünür kılıyor.
Çanakkale’den bakarak “AK Parti’de ne oluyor?” sorusunun cevabını bulmaya, Ankara’nın
nabzını tutmaya çalışırken, bu defa sessizlik Çanakkale merkezli Ankara’da bozuldu ve belki de
bütün soruların cevap anahtarı kendiliğinden ortaya açılıverdi.
Halkın gözlerinin içine ya da meydandaki kalabalığa baktığında hal ve gidişatı okuyabilen,
haftalık ve aylık araştırmalarla halkın nabzını her daim kontrol eden ve kendisinden habersiz bir
şey olmaz diye bildiğimiz, şimdi habersiz kalıyor ve “bunlar köpeksiz köy buldular, değneksiz
geziyorlar” dedirtecek pervasızlıklar ortalığa saçılıyorsa, o zaman bazı şeyler ters gidiyor
demektir.
T24 yazarı Tolga Şardan’ın kulis notları köşesinde, görünürde İçişleri Bakanlığı’nda aslında AK
Parti’de kaynayan kazanı açığa çıkardı. Önceki dönem Çanakkale Milletvekili, AK Parti Grup
Başkan Vekili, şimdinin Bakan Yardımcısı, yakın zamanda da bakanlık beklentisi içinde olan
Bülent Turan, İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’nın kendisine “üvey evlat muamelesi...?” yaptığını
Cumhurbaşkanı’na iletti. Erdoğan ise Özel Kalem Müdürü Hasan Doğan’a dönerek şu cümleyi
kurdu:
“Hasan Bey, bunlardan bizim neden haberimiz yok?”
Bu soru cümlesi, sadece bir şaşkınlık değil; merkezileşmiş bir sistemin çatırdaması. Bilgi
akışının tıkanması, sadakatin yerini sezgiye bırakması. Artık sorular sadece sokakta değil, AK
Parti’nin zirvesinde de soruluyor ve sorulan soru da cevaptan önce büyüyor.
Soru cevaptan büyükse, soru cevapsız kalır; yankısı hem sokakta hem zirvede hem gönüllerde
hem de zihinlerde duyulmakla kalmaz, askıda kalır, muhatabını bulamaz ve yankılanır.
“Hasan Bey, bunlardan bizim neden haberimiz yok?”
Bu soru; cevapsızlığın gölgesinde büyüyen bir boşlukta yankılanıyor. AK Parti’ye oy vermiş
seçmen, feryadını Cumhurbaşkanı’na değil, vicdanına yöneltiyor:
“Dicle kenarında kuzunun hesabı Hz. Ömer’den sorulduğunu kendine düstur edindiğini
iddia eden bir gelenekte... Feryatların arşa yükseldiği, sahnede iş bilmezlik ve tarafgirlik
ile Reisin bilgisi var edasıyla, ahkâm kesip hüküm verenlerin kol gezdiği bir zamanda
bütün bunları biliyor olması gereken bilmiyorsa dur demesi gereken, dur demiyorsa bu
sessizliğin vebali büyür. Zalime dur demeyen, mazlumun ahına ortak olur.”

Ama bu defa suskunluk sadece bir ah alma suçu değil; bir sistemin imdat sinyali. Sadakat zinciri
çözülürken, liyakat değil, lobi konuşuyor. Teşkilat hizaya değil, hizipleşmeye zorlanıyor. Ve
Ankara’da sorulan o soru, artık sokakta yankılanıyor:
“Hasan Bey, bunlardan bizim neden haberimiz yok?”
Bu soru, artık cevapsız değil. Cevap, sokakta yürüyen suskunlukta, teşkilatta dolaşan fısıltıda ve
belki de en çok, vicdanında yankılanan o iç sesinde: “Benden habersiz bir şey olmaz”
diyenler şimdi habersiz kalıyorsa, bugüne kadar gözü kapalı oy verip her türlü desteği sunan
seçmen artık ‘acaba’ diyerek kendini sorguluyorsa, ters giden şey sadece bazıları değil; sistemin
kendisidir. Bu, yılların emeğinin; vefasız ellerde heba oluşunun, teşkilatın içindeki sessiz
çöküşün ve taban ile seçmenin tahammül sınırının sonuna geldiğinin ilanıdır.
Ve belki de bu ilan, sadece bir siyasi partinin değil; bir dönemin, bir anlayışın, bir sadakat
biçiminin çıkmazına işaret ediyor. Çünkü bazen bir soru, cevabından daha gür çıkar. Ve o soru,
artık sadece Ankara’da değil; sokaklarında, kahvelerinde, teşkilat odalarında yankılanıyor:
“Hasan Bey, bunlardan bizim neden haberimiz yok?”
Gerçekten bunlardan neden sizin haberiniz yok?

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar (0)
Yükleniyor..
logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.