Türkiye'den neden bir "Robert Fisk" çıkmadığını, Cengiz Çandar'ın veya Hasan Cemal'in neden "Robert Fisk" gibi görüldüğünü başka bir yazıda tartışabilirdik aslında. Fakat bu yazıya, bir önceki cümlede ismini andığım üç gazeteciyi kıyaslamak dışında bir girişi ne kadar çabalasam da oturtamadım.
Modern dünyada kabaca üç gazeteci tipi var.
Birincisi, Cengiz Çandar gibi her dönem güç odaklarına yanaşık düzen yürüyen ve en güçlü odağın politikalarının tatbiki için gazeteciliğini bir örtü olarak kullanan gazeteci tipi. Farklı tonlarda da olsa bu gazeteci tipinin yetişmesi için ülkemizin siyasi iklimi gayet uygun.
İkincisi, Hasan Cemal gibi, güç odakları ile paralel görünmeyen ve bariz karşıtlıkları sürekli işleyerek kendisine alan açan gazeteci tipidir ki ülkemiz toprakları bu tip gazetecilerin yetişmesi için de gayet uygun bariz karşıtlıkları bünyesinde barındırıyor.
Üçüncüsü, Robert Fisk gibi, haberin olduğu yerde duran ve hayatı zıtlıklar üzerinden değil, insan üzerinden okuyan gazeteci tipidir ki bu tipe biraz yaklaşan Cüneyt Özdemir dışında bu gazeteci tipinin bir örneği sanırım ülkemizde görülmedi.
Başlıkla alakasız görünse de bugün bölgede cereyan eden büyük savaşı anlamak için en çok üçüncü tip gazeteciye ihtiyacımız var. Robert Fisk, bu savaşa "Büyük Medeniyet Savaşı" diyor ve yaşanan süreci de " Ortadoğu'nun Fethi" olarak vasıflandırıyor.
Görünen manzara baktığınız pencereye göre değişecek elbette. Anlı şanlı gazetecilerimiz bugün Ortadoğu'ya bakıp, son on yılda yaşananları referans alarak "Şii Hilali'nin Kuruluşu" isimli bir dosya hazırlayamıyorlarsa demek ki ya bağımsız pencereleri yok ya da bağımsız bile değiller. Mümkün olduğunca basitleştirerek bir sıralama yapalım.
- İran ve Taliban arasında ciddi sorunlar vardı. Hatta bir rivayete Taliban, İran'ın Büyükelçisi'ni İran sınırına helikopterle atmıştı. Üç yıl sonra ABD, Afganistan'ı işgal etti ve bugün Kabil'in ortasında ABD'ye "Büyük Şeytan" diyen Humeyni'nin İran'ı tarafından açılan bir büyükelçilik binası var. Peşinen inanmayacaklar için adres de verelim. Doğu Kabil'de herkesin bildiği Şir Pur Meydanı'na gidiyorsunuz ve karşınızda İran Büyükelçiliği. Ne kadar garip değil mi? Taliban döneminde Afganistan'dan kovulan İran, ABD'nin işgalinden hemen sonra Afganistan'a giriyor. Tatlı sürprizlere ve hoş tesadüflere inanabilecek kadar masum bir çağda yaşamadığımız kesin.
- Biraz daha derine girelim. ABD, Afganistan'ı işgal ederken hangi güce yaslanmıştı? Kuzey İttifakı. Peki Kuzey İttifakı'nı destekleyen, silahlandıran ve Taliban yönetimine karşı konumlandıran kimdi? Sürpriz yok. İran istihbaratı. Namı diğer: SAVAMA. Espiyonaj ve kontrespiyonaj dediğiniz vakit bu bölgenin en köklü ve derin istihbarat teşkilatı.
- Afganistan'ın işgali faslını ve Afganistan'ın işgalinde İran'ın rolü meselesini artık geçebiliriz. Gelelim Irak'ın işgal edildiği sürece. Saddam'ın heykeli devrilirken, ABD askerlerinin yollarına kimlerin çiçek attığı biliniyor. Fakat ABD'nin on bir yıl evvel işgal ettiği Irak'ta iktidarı bugün elinde tutanın İran olması garip değil mi? Şimdi İran ile ABD savaşıyor mu yoksa sevişiyor mu?
Uzatmaya gerek yok. Her biri ayrı birer araştırma konusu olan ve gazetecilik anlamında her biri ayrı birer yazı dizisine konu olabilecek derinlikteki maddeleri daha önce Türkiye basınında şöyle derinlemesine okuyabildiniz mi? Mesela İran istihbaratı SAVAMA'nın yirmi yıllık bir çalışmayla Tahran - Bağdat - Şam - Beyrut hattında kurduğu askeri lojistik hattından bahsedebilen tek bir gazeteci gördünüz mü?
İran Devrim Muhafızları'nın Şiilerin yaşadığı bütün ülkelerde hangi yöntemler ve paravan yapılanmalarla askeri teşkilatlanmaya gittiğini herhangi bir gazetecinin kaleminden okuyabildiniz mi?
Daha özele inmek mümkün. Bugün Suriye'deki savaşın Suriye Arap Ordusu bakımından tek yöneticisi olan General Mesud Cezayiri'nin kim olduğunu ve İran'ın Ortadoğu'daki bir numaralı ismi olarak doğrudan Hamanei tarafından görevlendirildiğini kimse bilmiyor olabilir mi?
Hayır, bir medya linci ya da basın eliyle yapılacak bir "Şeytanlaştırma" operasyonundan bahsetmiyorum. Şöyle sakin bir şekilde Ortadoğu'da yaşanan son on yılın hikayesini yazabilecek bir gazeteci yok mu gerçekten?
Not: Perşembe günü, kısa bir yazıyla önemli olduğunu düşündüğüm bir konuya temas ettikten sonra, Şii Hilali'ne karşı Osmanlı Ekseni'nin nasıl konumlandırıldığını anlatmaya çalışacağım.