Bütün dünya canlı yayını takip ediyordu İsrail Savunma Kuvvetleri'ne ait helikopterler ve hücumbotlar Mavi Marmara'nın etrafında görünmeye başladığında. Gemiye düşük yoğunluklu bir saldırı yapılacağı bekleniyordu fakat İsrail donanmasının üçte birinin, bir kaç sivil gemiden ibaret yardım filosunu kuşatması pek de tahmin edilebilir bir girişim değildi.
Esas meselem saldırının hukuksuzluğu veya benzeri türden bir eleştiri değil. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı 9 insan, Mavi Marmara gemisinde infaz edildi. "Öldürüldü.", "Katledildi." gibi fiillerle de yaşananları anlatmak mümkün. Hususen "İnfaz edildi." ifadesini kullanıyorum. Ağır silahlarla donatılmış komandolar bir gemiye ateşli silahlarla saldırıyorlar ve bu saldırı neticesinde dokuz kişi vurulup hayatını kaybediyorsa, bunun adı infazdır. Çünkü burada yaşanan ölümler, diğer fiillerin tasvir edemeyeceği kadar bilinçli bir tercihin sonucu.
Detaylara girmeyi gerekli görmüyorum. Yakın mesafeden sıkılan kurşunların balistik hikayesi dosyalarda zaten var. İlgilenenler kapsamlı bir şekilde hazırlanmış olan raporları inceleyebilirler.
Önümüzdeki Mayıs ayında Mavi Marmara saldırısının üzerinden dört yıl geçmiş olacak. Bizim infaz, katliam, baskın ve benzeri isimlerle anlattığımız operasyona İsrail Ordusu, "Deniz Meltemi Harekatı" diyor. Hatta baskının görüntülerini çok matah bir iş yapmış gibi özel kuvvetlerine ders olarak da gösteriyor. Dünyada, elinde silah olmayan adamların karşısına çıkıp askerleri esir düştükten sonra bunu kahramanlık hikayesi gibi sunabilecek başka bir devlet bulabilmeniz de mümkün değil zaten.
Hangi görüntülerle gösteriyor bu dersi dersiniz? Filo organizatörleri tarafından Mavi Marmara gemisinin ve diğer gemilerin içerisine yerleştirilen güvenlik kameralarından ve kendi askerlerinin üzerindeki mobil kameralardan alınan görüntülerle. Bu görüntüleri hala biz göremedik. Gemide insanlık dışı bir uygulama yapılmadığını ve baskının ulusal güvenlikle ilgili bir zorunluluk olduğunu hala savunan İsrail'in bu görüntüleri uluslararası toplumla paylaşmamış olmaması garip değil mi? Neden böyle bir zorunluluk vardı? Karşınızda üzerinde bomba sarılı insanlar mı vardı? Gazze'ye girip HAMAS'a napalm bombaları mı teslim edeceklerdi?
Aslında İsrail o görüntülerin tamamını hiç montajlamadan ve seslere dokunmadan yayınlasa da hepimiz görsek gemide neler yaşandığını değil mi?
İsrail'i iyi tanıyan, neler yapabileceğini iyi bilen ve İsrail'in siyasi hareket biçimi üzerine uzun çalışmalar yapmış birisi olarak rahatlıkla söyleyebilirim ki İsrail o gemide yaptığı katliamı saklamaya çalışmıyor. Hatta o görüntüleri paylaşarak bütün dünyaya İsrail'in istemediği bir işi inatla yapanların başına ne geldiğini göstermek için can atıyor. Hatırlarsanız Gazze'ye düzenlenen bütün saldırılar televizyonlardan canlı yayınlanıyordu. Hatta Gazze'yi gören hakim tepelere pikniğe giden İsrail vatandaşları, IDF Hava Kuvvetleri'nin nasıl kahramanca(!) savaştığını izliyordu.
İsrail'in esas çekindiği mesele başka. Görüntüleri ses olmadan paylaşsa, insanlar seslerin neden saklandığını soracak. Sesli bir şekilde paylaşsa gemideki bazı İsrail askerlerinin oldukça düzgün bir İstanbul Türkçesi ile konuşabildiğini herkes görecek. Bir diğer mesele de Gabi Aşkenazi ile ilgili. İsrail'de yıllarca gazetecilik yapmış bir kaynağım, İsrail Ordusu'ndaki çok sağlam bir kaynağına dayanarak daha o günlerde Gabi Aşkenazi'nin (Eski IDF Genelkurmay Başkanı ) Mavi Marmara'ya gittiğini aktarmıştı. Kaynağım, Gabi Aşkenazi'nin gemi Aşdod limanına yanaşmadan önce römorkörlerle çekilirken gemiye indiğini öne sürüyordu. Haklı olmaması için hiç bir neden göremiyorum. Buna da İsrail pervasızlığı deyip geçelim.
Aslında hikaye burada bitebilirdi. Fakat bitmedi.
Kaynağıma göre, İsrail Ordusu'na bağlı Şayetet 13 birlikleri o gün sadece Mavi Marmara'ya 144 asker çıkardı. Harekata dahil olan asker sayısı çok daha fazla. O gün gemiye saldıran 144 askerin içerisinde 11 Türkiyeli Musevi yer alıyordu. Hem Türkiye hem de İsrail vatandaşı olarak hayatlarını sürdürüyorlardı. Dolayısıyla belli aralıklarla İsrail Ordusu için askerlik yapmak zorundaydılar. Görev dönemlerine denk gelen Mavi Marmara baskınına da katılmak konusunda herhangi bir tereddüt göstermediler.
İşte bu 11 asker, askerliklerini tamamladıktan sonra normal yaşantılarını sürdürdüler. Türkiye'de yaşamaya devam edip istedikleri gibi seyahat ettiler. Hatta bazı ortamlarda Mavi Marmara'da neler yaptığını bile anlatacak kadar cüretkardılar. Ta ki Mavi Marmara davası başlayana kadar. Türkiye'nin İsrail'den istediği görüntüleri ve sesleri alabileceğine ihtimal vermiyorum. Fakat Türkiye'nin neyi bilip neyi bilmediğinden tam olarak emin olamayan İsrail, bu 11 asker için özel bir hazırlık yaptı.
Belge imal etme konusunda oldukça mahir olan Şin Bet, 11 askerin de 31 Mayıs 2010 tarihinde İsrail'de askerlik yapmadığını ve başka işlerle uğraştığını ispatlayabilmek için ciddi bir çalışma yürüttü. Kimisi o gün Hayfa'da tatildeydi ve fotoğrafları vardı. Kimisi Tel Aviv'deki ailesinin yanındaydı. Kimisinin de o gün düzenlenen bir konferansa katıldığına dair video kayıtları vardı.
Eğer Türkiye bu 11 ismi biliyorsa bile ellerindeki belgeler o gün o baskına katılmadıklarını göstermeye yeterdi. Diğer askerlere ise zaten Türkiye'ye gitmemeleri için emir verilmiş ve uluslararası bir arama kararı çıkması durumunda kullanabilecekleri yeni isimler için düzenlenmiş pasaportları da hazır edilmişti.
Peki bu mesele kapandı mı?
Şimdilik kapanmadığını söylemekle yetinelim. Türkiye'nin Mavi Marmara konusunda tuttuğu notlar da henüz ortalığa saçılmış değil.