15 Nisan 1936 akşamı, Filistinli gerillalar Anabta köyü ile Samiriye yaylasının batısında kalan Nur Şems'e giden yolu kestiler. Durdurulan yirmi araçtan birisi, Tel Aviv'e tavuk götürüyormuş gibi görünen ancak asıl işi yol üzerindeki Arap köylerinden istihbarat toplamak olan iki Yahudi göçmenin olduğu bir kamyondu. Sürücü Zvi Danenberg'in yanında Selanik'ten göç etmiş Yisrael Hazan adında bir başka Yahudi daha vardı. Tavuk kamyonunun hemen arkasındaki araçta da bir başka Yahudi vardı. Gerillalar, kısa süre sorguladıkları üç Yahudi'yi yol kenarında vurdular. Yisrael Hazan hemen öldü. Zvi Danenberg ve diğer Yahudi de daha sonra hayatlarını kaybettiler.
16 Nisan 1936 akşamı ise bu kez iki Yahudi, Petah - Tikva ve Şarona arasındaki derme çatma bir barakaya gittiler. Irgun Bet üyesi Yahudi militanlar, kapısını çaldıkları kulübedeki iki Filistinli'yi vurdular. Birisi hemen hayatını kaybetti. Diğeri ise Filistin'teki manda yönetimine bağlı İngiliz polisine saldırganları tarif edebilecek kadar yaşadı. İngiliz polisine göre saldırı Samiriye olayına karşı Yahudi örgütleri tarafından gerçekleştirilen bir misillemeydi.
Haganah'ın tarihi anlatan "Sefer Toldot ha-Haganah" kitabı, bu misillemeyi anlatır ve şunu ekler, "Saldırganlar bunu yaparken Filistin'de savaşı sonlandıracaklarını ve kan dökülmemesini sağlayacaklarını düşünüyorlardı. Ancak çok kısa sürede hayal kırıklığı yaşamaları mukadder." Gerçekten de 17 Nisan günü Yisrael Hazan'ın Tel Aviv'de düzenlenen cenaze töreni daha sonra yaşanacakların işareti gibiydi. Binlerce Yahudi, "Araplara Ölüm" sloganlarıyla yürüyor, İngilizlere öfke kusuyor ve Tel Aviv'e komşu Yafa şehrine intikam saldırıları düzenlenmesi için çağrılarda bulunuyordu. İngiliz polisi olaylara müdahale edene kadar Yafa'daki Filistinli ayakkabı boyacısı çocuklar ve sokak satıcısı Araplar, Yahudiler tarafından darp edildi veya bıçaklandı.
19 Nisan günü; Nur Şems yakınlarındaki olaydan sadece dört gün sonra bu kez Yafa'daki Araplar ayaklandı. Söylentiye göre 3 Suriyeli işçi ve Filistinli bir kadın öldürülmüştü. Osmanlı döneminden kalma sarayın önünde toplanan Filistinli Araplar, öldürülenlerin cenazelerini istediler. İngilizler ise olayın doğru olmadığını söylemekle yetindiler fakat bu hiçbir şeyi değiştirmedi. Gün boyu Yafa'da Arap intikam saldırıları yaşandı. Bazı Yahudiler Arap komşularının evine sığınarak kurtulabildiler. Bir kısmı da deniz yoluyla Tel Aviv'e kaçmak zorunda kaldılar.
Filistin'e Yahudi göçünün başlamasından sonra yaşananların tamamı elbette bu kısa anlatıdan ibaret değil. Ancak son yüz yıldır Filistin'de yaşananları özetlemek için bu kısa anlatının fikir verebileceğini düşünüyorum. Son günlerde Batı Şeria'da yaşananlar da Nur Şems pususundan sonra yaşananlarla çok benzer.
Filistin'deki krizin genel görüntüsüne odaklandığınızda karşınıza çıkacak fotoğraf, MOSSAD'ın Arapların sinir uçlarını keşfetmesiyle yakından ilgili. ŞAİ'den bu yana Siyonist düşünceyle yapılandırılan Yahudi gizli servisleri için Yahudileri uluslararası toplum nezdinde haklı gösterebilecek saldırıların tamamı ya görmezden gelinir ya da hususen tasarlanır.
Yani, ya Arap toplumunu kışkırtacak hamleler yaptıktan sonra medyadaki etki ajanlarını kullanarak Yahudi toplumunu sürekli saldırı altında bir toplum olarak gösteriyorlar ya da dünyadaki Yahudilerin Filistin'e göç etmesini sağlayabilmek için dünyanın dört bir yanında Yahudilere ait merkezleri hedef alıyorlar.
MOSSAD'ın tarihine "Bağdat Felaketi" olarak geçen olayın ortaya çıkardığı gerçekler, oldukça çarpıcıdır.
Yahuda Tayyar ve Mordehay Ben-Porat isimli iki MOSSAD ajanı Irak polisi tarafından 22 Mayıs 1951 günü tutuklandılar. Yahuda Tayyar'ın üzerinden "İsmail Salhon" adına düzenlenmiş bir İran kimliği çıktı. Mordehay Ben-Porat ise "Menaşe Selim" adına düzenlenmiş Irak kimliği taşıyordu. Gerçekte Mordehay Ben-Porat'ın görevi Iraklı Yahudileri Filistin'e göç ettirmekti. Irak İstihbaratı, bir süre sonra Mordehay Ben-Porat'ı serbest bıraktı. Birkaç gün sonra tekrar tutuklanan Mordehay Ben-Porat, Yahuda Tayyar'ın evine gidip gizli belgeleri imha etmek isterken tekrar tutuklandı. Tayyar'ın evindeki gizli bölmelerde bulunan belgeler, MOSSAD'ın Irak'taki bütün yapılanmasını deşifre etti. "Babil Öncüleri Hareketi" olarak bilinen örgüte ait silah depolarından yüzlerce el bombası, yüzlerce sandık mermi ve binlerce silah çıktı. Haziran sonuna kadar yüze yakın Iraklı Yahudi tutuklandı. Ancak MOSSAD'ın Irak'taki faaliyetleri daha da karmaşıktı ve bunlar da ortaya çıkarılmıştı. Irak'ta bulunan sinagoglar, Iraklı Yahudilere ait işyerleri ve Yahudilerin yoğunluklu yaşadığı mahalleler doğrudan MOSSAD ajanları tarafından bombalanmıştı. Bir yandan da Irak istihbaratındaki bağlantılar üzerinden Irak'taki Yahudi toplumunun Filistin'e rahat göç edebilmesi için gizli anlaşmalar yapılmış ve iki yıl süreyle Irak ile İsrail arasındaki uçuşlara izin verilmişti.
Sözü uzatmaya lüzum görmüyorum. Bütün bu faaliyetleri organize edebilen İsrailli güvenlik servisleri için üç Yahudi gencin bir değeri olmadığını görmek zor değil. Özellikle uluslararası topluma "Holocaust" soslu yorumlar yapabilme fırsatı vereceği ve İsrail'in girişeceği bütün kanlı operasyonlara mazeret oluşturabileceği için MOSSAD'ın böylesi bir hamleyi yaptırması ya da görmezden gelmesi de basit bir işten ötesi değil. Haliyle İsrail'in Gazze'ye giriştiği saldırıdan sonra, "İsrail, üç Yahudi genci öldüren şüphelilerin bulunduğu bölgeleri bombalıyor." gibi insan zekasına hakaret içeren bir haber metninin yazılabilmesi de aynı istihbari ucuzluğun bir başka görünümü.
Peki esas mesele ne?
Aslında MOSSAD, "Nasırist" ve "Pan-Arabist" tehditleri pasifize etmesinin ve bu tehditi kendisiyle barışık bir dosta dönüştürmesinin ardından karşısına çıkan yeni düşmanı tamamen imha etmenin derdinde. Özellikle Suriye, Irak, Suudi Arabistan, Ürdün ve Mısır gibi bölge ülkelerinin tamamı İhvan-ı Müslimin hareketini terörle yaftalamışken, İhvan-ı Müslimin hareketinin Filistin kolu HAMAS'ı tasfiye ederek karşısında düşmansız bir Filistin tarafı görmek istiyor. Son tahlilde HAMAS'ın tasfiye olduğu bir Filistin ile masada rahatlıkla anlaşabileceğini ve Filistin tarafını istediği şartlara razı edebileceğini bilen bir güç için oldukça makul bir yoldan söz ediyorum.
Geçtiğimiz yıl yaşanan Mısır darbesine destek verme karşılığında Sisi yönetimine Refah'a açılan bütün askeri amaçlı tünelleri yıktıran İsrail, bu tarihi fırsatı ıskalamak istemiyor. Kurumsal yapıların tamamen çöktüğü ve hızla kaosa sürüklenen Ortadoğu'da, Türkiye'nin yalnızlığı aslında sadece kendisinden ibaret değil. İhvan ve benzeri bütün hareketlerin silinmesi, Türkiye'nin bölgedeki bütün etki alanlarına fiilen müdahale edilmesi aslında uluslararası toplumun üzerinde uzlaştığı yeni bir savaş konseptinin tezahürü. "El Kaide"leştirilemeyen bütün İslamcı hareketler ve bu hareketleri destekleyen güç hedefte.
"Teröre destek veren ülke Türkiye" imajının son birkaç yıldır ısrarla vurgulanması da bu konseptle doğrudan ilgili. Tırlara yapılan baskın, İHH'ya yönelik saldırılar ve Suriye politikasında Türkiye'nin yaşadığı yalnızlık da bu konseptten kesinlikle bağımsız değil.
Türkiye'nin ve bölgede arkasında durduğu bütün yapıların açıkça saldırı altına alınacağı yeni bir döneme giriyoruz ve sanırım bu konsepti oluşturan odaklar, Türkiye'nin kurduğu oyunu ne pahasına olursa olsun bozacaklar.
Haliyle, Türkiye'nin fiilen hedef olabileceği yeni kaos günlerine hep birlikte merhaba diyeceğimiz günler yakın.