Önder Aytaç'ın gözaltına alındığını öğrendiğimde twitter hesabımda şunu yazdım: Tuncay Opçin. Celil Sağır. Bülent Keneş. Kerim Balcı. Bu isimlerin ne türden gazeteciler olduğunu göreceğiz. Mehmet Baransu, Önder Aytaç, Emre Uslu ve Tarık Toros bu yapının bandocuları.
Esas mesele bavulları teslim alanlar değil. Teslim edenler.
Önder Aytaç'ın gözaltına alındığı operasyondan evvel özellikle diğer isimlere dikkat çektim sürekli. Çünkü karşımızda bütün riskleri hesap eden ve belli isimleri kullanan, göz önüne çıkmayan bir medya yapılanması var. Özellikle Today's Zaman ve operasyonel gazetecilik faaliyeti yürüten isimler Gezi eylemleri döneminde ağırlıklarını hissettirdiler.
Gezi öncesinde ise hep bu örgütün medya ayağıyla ilgili Mehmet Baransu, Emre Uslu, Önder Aytaç ve Tarık Toros gibi isimleri konuşuyorduk. Hatta Adem Yavuz Arslan benzeri bir kaç isim bile tam olarak bu yapının içinde değil gibiydi.
İşin aslı; yukarıda bahsi geçen isimlerden bandocu olanlar kendilerine bavul verilenlerdi. Yapılacak bir operasyon için algıyı oluşturmak bu isimlerin işiydi. Yapılacak operasyonla ilgili algının ne yönde oluşturulacağını ise bavulu verenler belirliyorlardı.
Bavulu verenler, 17 Aralık'a kadar hep maşayla tuttular ateşi.
Ne var ki kendi yaktıkları ateş, yakmasını umdukları AK Parti iktidarını yakmayınca koşullara göre yeni bir yöntem geliştirdiler. Mecelle'nin meşhur kaidesidir. Meşakkat teysiri celbeder.
Ortada planlanmamış yeni bir durum vardı ve bu durum yeni bir açılım gerektiriyordu.
Yayınlanan turpların hiç birisi bekledikleri sonucu vermemişti ve Türkiye'yi hem iç politik dengeler noktasında hem de uluslararası toplum nazarında zora sokacak olan son hamleyi yaptılar.
Dün yayınlanan kayıtlar, tırların basılmasıyla ortak noktaları olan bir operasyondu.
Tır operasyonlarından sonra malum gazetecilerin neler yazdığını hatırlarsınız. Tırları kendi ülkesinde bile sessiz sedasız nakledemeyen bir istihbarat teşkilatı nasıl güçlü olabilirdi? Toplumun aklında bu sorunun oluşmasını istediler. Uluslararası toplumu ise yayınlanan tır görüntüleriyle ayağa kaldıracaklardı.Türkiye, Suriye'ye mühimmat taşıyordu ve bunun uluslararası bir suç olduğu kesindi tırları basanlara göre.
Kayıtlar yayınlandıktan sonra da malum medyanın tavrı neredeyse aynıydı. En mahrem toplantısını bile koruyamayan bir hükümete nasıl güvenilebilir? İç politikayla ilgili bu algıyı oluşturmaktı amaç. Uluslararası topluma ise Suriye'ye girmek için her şeyi yapmayı göze almış savaş yanlısı bir Türkiye imajı sunacaklardı bu ses kaydıyla.
Dün Ahmet Davutoğlu'nun hafifçe titreyen sesinde hissedilen öfke bugün adresini buldu. Her şeye rağmen belli medya çevrelerinin yaptığını yapmayacağız. Gözaltındaki kimseyi bu işle ilgileri ispatlanana kadar kimseden suçlu gibi bahsetmeyeceğiz. Umuyoruz ki bu ilkeli gazetecilik tavrından da ders alırlar.
Evet, bu kayıtların alınmasında cemaatin siyasi ve istihbari aklını çok aşan bir operasyon var. Fakat kaydı alan kadar yayanın da suçlu olduğu çok tehlikeli bir deşifre suçundan söz ediyoruz. Bu kayıtlarla operasyon yürütmek, TİB'in sızdırdığı iddia edilen tapelerle operasyon yürütmeye benzemez. Alınan risk ne kadar büyükse edinilmesi umulan siyasi fayda da o kadar büyüktür.
Peki kayıtlar neden şimdi yayınlandı ve neden operasyonlar için seçim sonrası beklenmedi?
Şu hengame geçtikten sonra meselenin tam göbeğinde duran gücün İsrail olduğunu, kayıtlarla ilgili asıl failin doğrudan güneydeki sevdikleri ülke olduğunu, iktidarı devirmek isteyenin de aslında İsrail devlet aklı olduğunu hep birlikte göreceğiz.
Hatta Suriye meselesiyle ilgili Türkiye'nin ortaya koyduğu iradenin en az İran kadar İsrail'i de rahatsız ettiğini de...
Mavi Marmara ile ilgili anlaşma zeminine gelindikçe Başbakan'ın inatla Gazze'deki ambargonun tamamen kalkması için direttiğini ve muhtemel anlaşmayı boşa çıkardığını...
İki tarafın Büyükelçileri'nin göreve dönmeleriyle ilgili yasal altyapı ve resmi anlaşma olmadan Başbakan'ın adım atmayı kabul etmediğini...
Hep birlikte görecek, basından hep birlikte okuyacağız.
Bu kayıtları yayınlayarak Türkiye'nin bölgedeki stratejik projeksiyonunu deşifre edenler de elbette savaşta ezilen çimenler olduklarının farkında değiller ve hala Türkiye'deki iktidarı düşürebilecek yeni turplar arıyorlar.
Yeni turp aramak, elinde turp olan ve kendisine pazar arayan istihbarat örgütlerine yem olmaktır.
MOSSAD'a analist olarak hizmet verip, İsrail'in bölgedeki meşruiyetini dava edinen gönüllü bir kuvvet olarak hazır pazar olmaya razıysan o turplar da elbette sana gelir ve sen de o turpları matah bir şey bulmuş gibi pazarlamaya başlarsın.
Fakat elinizdeki malzeme bittiğinde MOSSAD'ın kapınızı çalıp malzeme tedarik edebileceğini söylediyse mutlaka karşılığını vermiş olmalısınız değil mi?
Eh, şimdi de devlet pazara çıkardığınız turplarla ilgili vergi cezası ödetiyor olabilir pekala size.