Politika yazmak yıpratıyor insanı; yazı öncesi araştırırken, yazarken de geriliyor insan.
Toplumun ikiye bölündüğü, arada devasa bir uçurumun oluştuğu, gerginliğin arttığı, kin ve nefretin zirve yaptığı bir süreçte gerçekten zor bu iş…
Hele de ALGI'nın gerçeğin CELLADI olduğu günümüzde yazmak çok daha zor…
ABD bile baş edememiş yalan dolanın hızla dolaşıp,ALGI'ya dönüştüğü o dedikodu süreciyle…
2. Dünya savaşında ortaya atılan dedikodulara karşı; televizyondan radyoya, gazetelerden dergilere dek çok sayıda kampanya yapsalar da başarılı olamamışlar bir türlü!..
İnsanlar kitleler halinde, gerçekler yerine dedikodulara inanmaktan geri durmamışlar nedense!..
Ne de olsa insan zihninin gerçekler yerine,duygu yüklü dedikodulara inanmaya meyilli olduğu bir dünyada yaşıyoruz…
Zordur yalanlara, dedikodulara karşı mücadele etmek!..
İnanmak istemiyorsa insan;orada duracak, bir adım daha atmayacaksın!..
Eline alıp, aha sana balta desen, “sapı nerde”, sapını göstersen “ağzı nerde” diye sorar mutlaka.
Görse, gördüm, duysa duydum demez!.. Böyle bir süreçteyiz yani!..
Farkındalığımızı köreltip, gerçeklerden uzaklaştıkça, zihnimizin dedikodularına daha fazla teslim oluyor bedenimiz…
İyilik, hoşgörü, dürüstlük, ahlaklı olmak ne ola ki!..
Artık, en iyi dostluğun kriteri, aynı düşüncede olmak!..
Aynı ideolojiyi paylaşıp, aynı şeyi düşünüp, aynı şeyi savunuyorsak, “kankayız”, yoksa düşman!..
Çocuklarımıza da göstermiyor muyuz aynı davranışları?
Arzu ettiğimiz şeyleri yaptıklarında ödüllendiriyor, yapmadıklarında cezalandırıyoruz sorgusuz!..
Yani bize benzesin, bizim gibi düşünüp, bizim gibi davranın istiyoruz bencilce!..
Kendine güvenen, özgür düşünüp, özgürce davranabilen nesiller yetiştirmek yerine,kendimizi klonluyoruz çocuklarımız üzerinden!..
Ayşe'nin kızı Ayşe, Mehmet'in oğlu Mehmet…
Rengarenk çiçeklerin açtığı bir bahçe yerine, tek renkli bir kalabalığa dönüşsün istiyoruz toplum!..
Ama sorsalar her konuda yanıtımız hazır;ve de özgür irademizle gurur duyarak tanımlıyoruz kendimizi:
Özgürlüğe aşık, barışa hayran, yüreği hayvan sevgisiyle dolu, çevre için canını veren insanlarız ne de olsa!..
Hepimiz hayvan severiz ama kimi hayvanları, bizim olup, evimize hapsettiğimiz zamandaha çok severiz!..
Hevesimiz geçtiğinde salarız sokağa!.. Ne de olsa 130 bin sokak köpeği ve sayısız sokak kedisiaç susuz dolaşıyor İstanbul sokaklarında!..
Bunların tamamı; bakmak için alıp, hevesimiz geçtiğinde saldığımız hayvanlardan, ya da kimi onların çocukları vetorunlarından oluşsa da ne yazar ki!.. Biz hevesimizi aldık ne de olsa!!!...
Genimizde var; doğuştan çevreciyiz hepimiz!..
Saksıda bir çiçeğimiz olmasa da, bir çiçeğe hayranlıkla bakıp su vermenin hazzını yaşamasak da, çevreciyiz ezelden!..
Nerede ağaç kesiliyorsa, biz oradayız...
Ağaçlar kesilmesin diye, kestiğimiz ağaçlarla barikat dahi kurarız yollara!..
Yaşasın hayat, diye bağıranlar, “BARIŞ” için insanları sokağa çağıranlar, sokakta 29 insanın canını alan bombacı teröristin taziye çadırında (!), YAŞASIN ÖLÜM dercesine zafer işareti yapabiliyorlar umarsızca!..
Yüreğimiz o kadar katılaştı ki ölümler duygumuza değil, matematik hafızamıza sesleniyor, her şey sayı artık; “teröristler şu kadar can aldı…” ya da “şu kadar terörist etkisiz hale getirildi…”, cümleleriyle başlayıp bitiyor haberler…
Yüreğin YAŞASIN ÖLÜM, derken, dilinle BARIŞ çağrısı yap…
Hayvan sever diye geçinip, hayvanları sokağa at…
Koş, eylemlerde en ön sırayı kap…
Bağır çağır, slogan at…
OHH, NE GÜZEL HAYAT!..
GEL, BİRAZ DA SEN KEYFİNE BAK!..
Uzak durayım derken yine mi politikaya bulaştım yoksa?..