"KAMUOYUNUN BİLGİSİNE...
Geçtiğimiz cumartesi Sözcü gazetesinden İsmail Saymaz bizi arayıp (20.02.2021: 13:10) röportaj yapma talebinde bulundu. İnsanî/vicdanî özde sözleşince kabul ettik. Röportajın kendisince veya gazetesince uygun görülen kısmı pazar günü köşesinde yayınlandı. Gazetesi ise konuştuklarımızdan mealen “O Doçent Profesör Oldu” diye manşet çıkardı.
Saymaz'ı aradım:
Allah'ını seversen, bu söyleşiden bu “manşet” mı çıkar?
Hocam benim yazımın başlığı belli, manşeti gazete yapar.
Anlayışla karşıladık ve “Sağlıkla” deyip teşekkür ettik. Ancak iki gün sonra (23.02.2021) “Profesörlük mektubun ödülü müydü?” başlığıyla, gazetesinin “karışmam” dediği manşetini tazeleyen bir yazı yazdı. Köşesindeki yazıya istinaden düzeltmemizdir.
Yalanın en ahlaksızı en vicdansızı, biraz doğruya bandırılanıdır. Onun için kamuya yansıyan yalan-yanlışların ayıklanması hayatîdir. Bir hayra vesile olur: bu arada, Türkiye'de proje-bildiri “sektörü” ve kurdukları dergilerde yayınlar yapan “organize işler” ile profesör olma hâlimiz kamunun masasına gelmiş olacaktır. Hayra vesile olur.
Şüphesiz ki; sorularımız ve çağrımız İsmail Bey'e değil, kendisini arayıp “cevap hakkı” kullanan o sözünü ettiği “iki jüri üyesi” insanımızadır. “Azıcık” aldatılmıştır çünkü. Yalan-yanlışı şöyle ayıklayalım:
- İsmail Bey'e söylendiği gibi “olumsuz rapor veren iki jüri üyesi” değil, biri jüri üyeliğinden çekilmiştir.
- İki üye “olmaz demiş” değildir. Biri “Rektörlük bilir demiş” 4'ü “olur” demiştir: 4 olur,1 çekimser. Olumlu rapor yazan 4 üyenin ne dediği ise kayıttan silinmek istenir gibidir!
- Hukuk, kanun, YÖK ve yönetmelik; 5 üyeden çoğunluğun (yani 3'ünün) “olur” demesiyle “Rektörlük atamayı yapar” der. Ayrıca profesörlük asıl olarak akademik değil idari bir unvandır, unutulmamalı... Son akademik unvan doktoradır.
Bu “iki” insanımızın kim olduğunu bilirim ama kaç olduğunu ve raporlarında ne dediğini bilmem. İsmail Bey'den öğrendiğimize göre 3 “yer”e vurgu yapar imişler:
- Biz 2007'den beri uluslararası yayın yapmamışız.
- Bizim yayınlarımız “politik” imiş.
- Sosyolojik kavram, teknik ve yöntemlerini kullanmamışız.
- Birincisi doğruya bandırılmış olandır. Türkiye'ye döndükten sonra uluslararası yayın yapamadık: Ne yaptığımızı, neler ile uğraştığımızı “bir ben bir Allah” bilir. Bir de kamuoyu; yayına hazır Çözüm Sorunu: İmralı'ya Ne'ye Gittik? kitabımız yayınlandığında bilecektir. Yaptığımız çalışmalarla alakalı yayınlanan 4 Türkçe kitabımızdan (Tezin çevirisi hariç) 3'ü “çok akademik” olma iddiasında değildir. Zira üniversiteler atanma kriterleri için akademik kitap değil “ulusal bir yayınevinden yayınlanmış kitap” der.
- İkincisi; şahsım Siyaset Feslsefesi'nde mastır, Sosyoloji disiplininin Siyaset Sosyolojisi dalında doktora yaptı, dünyanın belli-başlı üniversitelerinden University of Kent'te. Bu “iki” sosyoloji profesörü insanımızın “Politik Sosyoloji” (Sociology of Politics) yani sosyoloji disiplininin Siyaset Sosyolojisi diye bir dalı olduğunu ya bilmiyorlar ya da bilmezlikten geliyorlar: ikisi birbirinden vahim, ikisi birbirinden trajiktir.
- Üçüncüsü; “Sosyolojik kavram, teknik ve yöntem” dedikleri: Güncelleyerek kitaplaştırdığımız doktora tezimizin üç yıl sonraki versiyonunu yayınlayan dünyaca bilinen yayınevlerinden Routledge'in “gizli” editör raporu: (Some of the author's work here appears to be on the cutting edge of scholarship…) “Yazarın buradaki çalışmasının bir kısmı akademik bilimselliğin en-son sınırlarına dayanmakta”dır Ve bu sadece bu kitabımıza yapılan ulusal-ve-uluslararası atıfların sayısı, bu yazının yazılış günü itibarı ile hızlı bir taramada 292'dir (%95 civarı uluslararası). Diğer makale ve kitaplarımıza yapılan ile şahsımıza toplam atıf 330 küsurdur. “İlk 20'ye girerim” (sosyoloji alanında) tahminimiz buna dayanır, yanılırsak bedelini öderiz.
Bu “iki” insanımıza şu çağrımız var, kamuoyu için: Sadece “2007'den bu yana” değil, yılların profesörü olarak doktora yapmakta oldukları yıllardan bu yana ettikleri uluslararası yayınları ve yapılan uluslararası atıfları İsmail Bey'e göndermelerini istirham ederim.
Kendini mahcup etmek feraset, insanımızı mahcup etmek marifet değildir: Röportajımızın “yankı uyandıran” kısmı profesörlüğümüz değil, Gara'da kaybettiğimiz canlarımız ile milletimizin birlik-bütünlüğü sosyolojisidir.
Kamuoyu bunu önemsedi. Önemser.
Türkiye siyasetinin/toplumunun Silahsızlığa, Şiddetsizlige ve Terörsüzlüğe İhtiyacı Var: sühulete yani.
25.02.2021
Saygılarımla
Ali Kemal Özcan