1 yanda “Batı ne der?” endişesi, diğer yanda “pahada hafif yükte ağır” kesimin artık sıfatlandırmakta zorlandığımız düşmanca tutumu Türkiye'nin demokrasi ve hukukunu işletmesinin, kendini, kurumlarını, sınırlarını, toplumunu savunmasının, güvenliğini ve adaleti sağlamasının önünde en büyük engel. Demokrasinin sürdürülebilir ve güvenilir olmasının önünü tıkayan kesimin nihai hedefinin bu olduğu açık. Bu tıkanmayla beraber beklentileri, ekonomik/siyasi istikrar, huzur, iç ve dış politika, yatırımlar, projeler, uluslararası ilişkiler, etki alanı, saygınlığı vs. sekteye uğraması yahut yok olması.Türkiye'yi, rağbet gördükleri uluslararası tüm kanallarlasıkıştırarak, bütün kötülüklerin anası gibi göstermek, toplumun sağduyusunu kaybederek infilak etmesini sağlamak.Silsile ile de ne anayasa ne demokratikleşme ne de sistem değişikliği konuşulabilir.Tüm bunları yaparken başlarına 1 şey gelmeyeceğinin “garantisi” ve hazzı ile daha pervasız ve cüretkâr davranarak sonun başlangıcını hazırlayacak/hızlandıracak olan en sağlam eşiğimiz“psikolojik istikrarı” hedef alıyorlar.Tabi 1 yandan da FETÖ militanlarının “ya darbe ya koalisyon” çığlıkları kaçmasın gözden. Hep tetikte hep uyanık olalım. “Uyanık” kalacağız derken de dostça yapılan eleştirileri kulak ardı ederek kırıp dökerek, ötekileştirerek, uzaklaştırarak akıl bulanıklığı yaşamayalım.
Başkentinde ve büyük şehirlerinde bombalar patlayan, güney/doğu sınırı tehdit edilen ve bu eylemlerine içerden destek bulan, korunmaya alınan terör örgütlerine karşı meşru müdafaasını yapan Türkiye, “Sivil Terör Kuruluşu”na dönüşen dernek, vakıf, üniversite, siyasi partiler, medya vb.ne karşı eli kolu bağlı! Hukukun işletil(e)mediği 1 ortamda toplum, kötülükten beslenen, odak noktası “yalan ve iftira” olan kesime daha ne kadar tahammülle direnç gösterebilir?“Pahada hafif yükte ağır” insan topluluğuna hukuken cevapsız kaldığımızda idarecilerine güvenen toplumun omuzlarına her defasında daha ağır yükler biniyor.
Türkiye'nin karşısındaki en büyük düşman, yalan ve gerçeği küçümseme!
Yalanı üreten odaklara duyulan öfke, çalışmayan hukuka ve yalanın ve adaletin peşine düşmeyen idarecilere, siyasilere,medyaya yönelirse... Yalanlarla başa çıkabilmenin yolu 3-5 sosyal medya hesabının, 1-2 tv programının gayreti mi? Bu gayrete yaslanarak devam edebilir miyiz?Ya gerçeği örten merkezlerin üstüne basa basa, onları görmeden duymadan, orada oyalanmadanönümüze bakacağız, yâda görmezden gelemiyorsakyalanı çürüterek, üretenlerle hesap görüp, kararlılıkla adaleti sağlayıp gideceğiz. Her fırsatta imza toplayan, değer vermediği halde ağaç böcek diye mızıldayan değersiz insan güruhunudile dolamak, onları görmek ne kadar akılcı? Bu onları güçlendirmekten başka 1 işe yaramıyor eğer görmezden gelemiyorsak!
Gündemi an-a kilitleme çabası, geleceğe bakmamızı, üretmemizi, düşlediğimiz özgürlüğü baltalıyor.100 yıllık meselelerini 14 yıl gibi kısa 1 zaman zarfında cesurca tartıştırarak, her meşru platformda demokratik yollarla toplumla beraber çözüm aramaya/denemeye, devletin geçmişteki hatalarıyla yüzleşen yeni devlet anlayışını kurumların ve toplumun her kademesinde hayata geçirmeye, geçmişinden koparan, ayak bağı olan kurgu ideolojiden kurtulmuş, hafızasını tazelemiş, kimliğini oluşturmaya çalışan, kendi ayakları üzerinde durmaya niyet etmiş Türkiye önüne çıkan/çıkarılan engelleri küçümsenmesin! Amaçları Türkiye'yi yavaşlatmak, durdurmak, Türkiye için “kara delik” diyebileceğimiz teröre hapsetmek, bölgesel hafızayı yeniden silmek, aynı zamanda da öfkenin patlamasını sağlayarak Ortadoğu'dakine benzer iç savaşa sürüklemek.
Türkiye, giriştiği yolda ilerlemekhedefine bakmak, önünü görmek ve gelecek planlamak için yüklerinden acilen kurtulmalı. Yükü ya omuzlarından atıp ayaklarının altına alacak, ya yükleriyle boğuşarak zaman, insan, emek kaybedecek! Eskilerin de dediği gibi “ya devlet başa ya kuzgun leşe”
Hal böyleyken, terörle ehlileştiremedikleri Türkiye'yi, Suriye'nin içine, yarattıkları terörün kaynağına çekerek terbiye etmek istiyorlar. Türkiye'yi yönetenlerin ferasetini zorluyorlar. Terör örgütlerini sınıra yaklaştırmayarak savunmada mı kalmalı, yoksa “yalnız” olduğumuzu unutmayarak“sırtımızı Allah'a yaslayarak”,“terbiye öyle değil böyle edilir” diyerek içeri girmeli mi? 2 seçenekte de tarihi sorumluluk büyük.Türkiye yalnızdır, ama yalnız bırakamayacağı milyonlarca mazlumun sorumluluğu da üzerinde olan 1 merhamet yurdudur!Türkiye'nin çıkarı neyi gerektiriyorsa o yapılacaktır.Ancak şunu unutmamakta fayda var, “müttefikimizdir” deyip siyasi ahlakı çökmüş Batı'ya ve kurumlarına, Batı'nın marabası olmuş Müslüman ülkelere güvenerek yola koyulmayalım.Küçümsediğimiz büyük gerçek; 3 milyon değil, 3 bin mülteciyi alan 1 Batılı ülke olsaydı, sınırında/uzağında ülkeleri maddi/manevi sömürüyordu, Nobel'i kapmış, dokunulmazlık almıştı! Eğer yapabiliyorsak, diplomasi kabiliyetimiz ve şartlar el veriyorsa, bölgenin geleceği ve istikrarı için Türkiye'ye olan mecburiyeti somutlaştıralım.
@yildirimyasemin