Gün geçmiyor ki sosyal, görsel ve yazılı medyada gıda imalatı yapılan üretim yerlerindeki turşu teknesinde, süt kazanında vb. gibi yerlerde mide bulandıran görüntüler yayınlanmasın. İşin ilginç tarafı da bu görüntüleri çekenler/çektirenler ve yayınlayanlar tarafından marifetmiş gibi servis edilmesi ki insan bu pervasızlığı anlamakta güçlük çekiyor.
Ülkemizde gıda sektörü ve yan hizmet kollarında üretim yapan devasa büyüklükte işletmeler ve milyonlarca insanın çalıştığı bir hizmet sektöründe işini hakkıyla yapan, hijyen kurallarına uyan, halkın sağlığına değer veren firmaların ve çalışanlarının yanında bazen çürük cevizler çıkabiliyor. Bu tip insanlarda bir çuval inciri maalesef berbat ediyorlar.
İstisnada olsa gıda sektöründe peynir yapılacak sütün içinde banyo yapan, yarı çıplak ayakları ile turşu bidonlarının içinde tepinenlerin görüntülerini izleyince insan ister istemez hazır gıdalar ile arasına mesafe koyuyor. Lokmayı ağzına götürürken bu görüntüler aklına geldiğinde bünye direniyor. Raflardaki hazır gıdaları almak için eller uzanmıyor.
Sonrada soruyoruz. Diğer ülkeler bizden neden gıda maddesi almıyorlar? Biz neden tarım ülkesi olduğumuz halde ihracat yapamıyoruz. Uluslararası ticarette her türlü rekabetin olduğu bir ortamda bu görüntüler ile bırakınız yurt dışını, yurt içinde dahi hazır gıdaların satılabilmesi mümkün değildir.
Aslında kirlilik sadece gıda sektörü ile de sınırlı değil. Hayatımızın her devresinde ve her yerinde bu ve buna benzer pislik, kirlenme ve erozyonlara şahit oluyoruz. Toplum olarak çoğunluğumuz bizzat şahit olduğumuz bu ve buna benzer kirlilikleri defi bela kabilinden görmezden geldiğimiz,“ite dalaşmaktansa çalıyı dolanmayı” tercih ettiğimizden ve “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” anlayışı ile görmezden geldiğimiz için kirlilik, pislik ve kötülükler toplumumuzu bir ahtapot gibi kıskaca alıyor.
Biz görmezden geldikçe ve sesimizi çıkarmadıkça çirkinlikler mantar gibi çoğalıyor ve toplumu sarmalıyor. Birçok insanımız mağdur oluyor. Hijyen olmayan, satılmaması ve insanların boğazından geçmemesi gereken bir sürü sözün ona gıda(!) piyasadaki raflarda süslenmiş ambalajlar ile satışı yapılıyor.
Ne zaman ki pisliğin ucu bize dokunuyor, o zaman başlıyoruz bağırmaya. O zaman da “Atı alan Üsküdar'ın geçtiği” için yapılacak bir şey kalmıyor.
İnsan bir kere kirlenmeye başladığı zaman, bu kirlilik topluma sirayet ediyor, kurumlar çöküyor ve arkası çorap söküğü gibi geliyor.
Karakterler kirleniyor, insanlar kirleniyor. Yalan dolan, iftira kumpas, çalma çırpma her türlü kötülük sokaklarımızda, kalplerimizde olmak üzere her yerde cirit atıyor.
Bakıyorsun korona tedbirleri kapsamında temaslı olduğu için karantinaya alınmış olanlar meyhaneye döndürülmüş lokantalarda halk sağlığını hiçe sayarak aşçılık yapıyor. Evde kalın denildikçe gerekli gereksiz dışarıya çıkmayı, maske takmamayı kahramanlık olarak algılıyorlar. Bu durum gerçekten çok acı bir durum. İnsan bir kere insanlığını kaybettiği zaman her türlü uygunsuz ve sorumsuz davranışları sergileyebiliyor.
Milli Şairimiz M. Akif'in “Bir Gece” şiirindeki:
...
Buhranlar içindeydi, bugünden de beterdi.
Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta;
Dişsiz mi bir insan, onu kardeşleri yerdi!
Feyza bütün afakını sarmıştı zeminin,
Salgındı, bugün Şark'ı yıkan, tefrika derdi.
...
Dizeleri bugünkü durumumuza adeta tercüman oluyor.
Türk halkı olarak bu tür çirkinliklerin hiçbirini hak etmiyoruz. Bu nedenle baştan kendi nefsimizden başlamak üzere çeki düzen vermemiz ve özümüze dönmemiz gerekiyor. Peygamber (SAV) efendimizin buyurduğu gibi: “İçinizden biri bir kötülük görürse onu eliyle, buna gücü yetmezse diliyle değiştirsin; buna da gücü yetmezse kalbiyle buğuz etsin. Bu ise imanın asgari gereğidir.” (M177 Müslim, İman,78)
Allah (C.C) bizleri doğruyu savunamayacak kadar nasipsiz, yanlışı savunacak kadar cahil, doğruyu inkâr edecek kadar da nankör etmesin inşallah...