Dünyanın Şerifi (!), ABD Başkanı Trump, yalanda sınır tanımayan sosyal medya tarafından gözünün yaşına bakmadan öldürdü. Yalan haber dalga dalga bütün dünyaya yayıldı ve üzerinde birçok senaryolar üretildi. Döviz piyasalarında küçük dalgalanmalar yaşandı. Yalanı söyleyenler sonunda kendileri de söyledikleri yalana inandılar. Sonrasında Trump ölmediğini ispatlamak için açıklama yapınca işin doğrusu ortaya çıktı. Ama kısa bir süreliğine de olsa dünya kamuoyu Trump öldü mü öldürüldü mü sorularına cevap aradı.
Trump'ın öldürüldüğü ile ilgili sosyal medyada, sonrasında da dünya kamuoyunda gündem konusu olurda, TC Başkanı Erdoğan'ın öldürülmemesi hiç olur mu? Cumhurbaşkanı Erdoğan, Bosna gezisinden sonra kamuoyunda gözükmemesi zemini üzerine, ayni senaryo Erdoğan içinde üretildi. Dünya basının da ve Ortadoğu'daki bazı devletlerin resmi haber ajansları “Erdoğan'ın kalp krizi geçirdiği ve hayatını kaybettiği.” İle ilgili haberler yayıldı.
Yalan ve uyduruk haber üretme saçmalığında işinin iyice çivisi çıktı. Bu konuda yapılan çiğlikler, aklıselim ve sağduyulu insanların canını iyiden iyiye sıkmama başladı. Sosyal medyada veya başka yerlerde kaynağı belli olmayan absürt yalanlar, artık devletlerin (!) resmi haber ajanslarında doğruluğu araştırılmadan haber diye duyuruluyor. Savaş, iç karışıklık ve ekonomik sorunlardan gözünü açamayan, burnundan soluyan milletlerin çektiği sıkıntılar yetmiyormuş gibi, yalan, yanlış, şişirilmiş haberler ve algı operasyonları ile gündemin meşgul edilmesi gerçek sorunların tartışılmasını engelliyor.
Sosyal medya yalanları sadece geri kalmış ülkelerde yapılır, olayları yorumlamaktan aciz halk kitleleri de bu yalanlara inanır tezi, Trump ‘un ölmesi ile ilgili haberde olduğu gibi Dünya'nın geri kalmış, ileri gitmiş her ülkesinde sosyal medya üzerinden kolaylıkla yalan söylenildiği, kitlelerin de bu yalanlara inandıkları gerçeğini hepimize gösterdi.
Psikiyatri uzmanlarına göre, sosyal medyada olsun, gerçek hayatta olsun yalan söylemenin kişilik bozukluğu, dini acıdan da imanı nokta da ciddi bir sorun olduğu kabul ediliyor. Böyle olmasına rağmen, insanlar hiç düşünmeden, sonunun nerelere varacağını düşünmeden, rahatlıkla iftiraya varacak şekilde yalan söyleyebiliyor. Bunu yaparken ve söyledikleri yalan ortaya çıktığında yüzleri de hiç kızarmıyor.
Sorunun büyüğü ise, söylenen yalanlara sorgusuz sualsiz, doğru kabul ederek inananların bulunması ve aradan zaman geçtikten sonra söylenen yalanların kaynak olarak gösterilmesidir. Absürt, ipe sapa gelmeyen, akla ve mantığa sığmayan yalanlara inanılması, saf kalplilik ile ifade edilemeyecek kadar ciddi sosyal bir yara haline gelmiştir.
Çünkü ülkemizde bu ve buna benzer kurgulanan ( Gençlerin kıyma makinasından geçirilmesi, Müslüm- Fadime, Müftü karısı vb.) gibi yalan ve iftiralar ile hükümetler düşürüldü, darbeler yapıldı, partiler kapatıldı, Başbakanlar idam edildi. Sonrasında da, yalan ve çirkin tezgâhlar ortaya çıkınca bu iğrençliklerin bir numaralı müsebbipleri hiçbir şey olmamış gibi elini kolunu sallayarak aramızda kahraman esası dolaşmaya devam ettiler ve halende ediyorlar.
Bu konuda inancımızın emirleri gayet açık ve nettir:
(Yalan söyleyenler, iftira edenler, ancak Allahü teâlânın âyetlerine inanmayanlardır. İşte onlar, yalancıların ta kendileridir.) [Nahl 105]
( Ey iman edenler, eğer bir fasık, size bir haber getirirse, onu 'etraflıca araştırın'. Yoksa cehalet sonucu, bir kavme kötülükte bulunursunuz da, sonra işlediklerinize pişman olursunuz.) [Hucurat 6]