Ülkede başlayan şiddet sarmalının yol açtığı gayr-ı insani durumdan çok etkilendiğimi söyleyerek yazıya başlıyorum. Doğrusu böyle anlarda, süreçlerde, futbol yazmak insani duyarlılıklar bakımından çok güç bir iştir. O bakımdan Türkiye-Hollanda maçını es geçmek zorunda kaldım. Doğrusunu söylemek gerekirse o maçta atılan 3 golün dışında sözü edilebilecek hiçbir iyilik, güzellik yoktu. Fatih Terim aynı Fatih Terim, Türk futbol pratiği aynı futbol oynama pratiği. Değişen hiçbir şey yoktu.
Bu hafta Paris Saint Germain-Bordeaux, Everton – Chelsea, Machester United – Liverpool, Espanyol-Real Madrid, Crystal Palace-Manchester City maçlarını izledim. Doğrusunu söylemek gerekirse gözüm de gönlüm de futbola ve onun her anına şaşırdığım oyununa doydu. Paris Saint Germain teknik direktörü Laurent Blanc'ın Ibrahimovich'siz ürettiği çarelere ve çözümlere bayıldım. Manchester City teknik direktörü Pellegrini'nin 5 de 5 yapan dominant takımının standart oyun alışkanlığına hayran kaldım. Chelsea teknik direktörü Jose Mourinho'nun rakip takım hücumdayken tek dişi kalmış canavar gibi artık ısıramadığını haretler içinde gördüm. Manchester United teknik direktörü Louis Van Gaal'ın hücum ve savunmada özellikle açılış paslarında hala sıkıntılar yaşadığına tanıklık ettim.
Real Madrid teknik direktörü Rafael Benitez'in Ronaldo dahil Real takımını ikna etmeye çalıştığı, neo-total futbol oyunu uygulamasında çok şaşırtıcı mesafeler aldığını gözlemledim –ki bu oyun Real Madrid geleneklerine son derece aykırı olmasına rağmen becerilen bir pratik. Espanyol-Real Madrid maçını izlerken bütün o final vuruşlarında Ronaldo'nun tam da istenilen yerde olması, doğrusu bana bir mucize gibi gelmesine rağmen, bu durum yalnız başına Ronaldo gerçeğini açıklamaya yetti ve ben bir kez daha “Ulu Manitu” deyip Ronaldo'nun sportif yeteneklerine iman ettim.
Bütün bu maçları izlerken yüzümde beliren gülümsemenin elbette çok açıklayıcı, çok ikna edici nedenleri vardı. Pep Guardiola'nın öncülüğünü yaptığı klasik Barcelona oyunu bütün bu teknik adamları etkilemiş ve bütün bu takımların oyunlarında gözle görülür değişim ve dönüşümlere yol açmış. Yukarıda adını andığım bu takımlarımların hiçbiri bu oyunu artık bölgelere dayalı bir anlayışla oynamıyor. Klasik futbolun 3 yapısı; defans, ortasaha ve ofans, bunlar sadece sözcük olarak varlıklarını sürdürüyorlar, işlevsel bakımdan bütünüyle bir mutasyona uğramışlar.
Laurent Blanc'ın takımını beşer kişilikten oluşan 2 temel yapıya bölmüş: Takım hücumdayken sekiz kişilik bir blok her alanda oluşan her pozisyon içinde ve bir alandan bir başka alana geçerken de en az dört oyuncu çok aktif pas seçeneği pozisyonunda. Takım savunmadayken Cavani başta olmak üzere bütün oyuncular topun arkasına geçip üçerli çeteler biçiminde alan daraltıp, önde baskı kurmaya çalışıyorlar.
Rafael Benitez, Real Madrid oyun gerisini Pep Guardiola'nın klasik Barcelona'sı haline getirmiş. Ramos bile hiçbir topa keyfi dokunamıyor artık. Pepe (belki inanmazsınız) artık faul bile yapmıyor. Ne
yaptığını bilen harika açılış paslarıyla top sabit bir akış içinde hızla hücum girşiminin en önemli aracı haline geliyor. Bu Real doğrusu izlenmeye değer.
Atletico Madrid-Barcelona maçını izlerken, oyun felsefesi bakımından, Pep Guardiola'nın oyunu ile ayrışan Luis Enrique oyununun defansta açık bırakmayan, kapalı alan oyunu karşısında en büyük beklentim; Simeone'nin geride bekleyen bu defansın dengesini bozmak için ne tür yaratıcı çözümler geliştireceği ile ilgiliydi. Luis Enrique'nin Messi'siz oyuna başlaması, benim için elbette, bir sürprizden öte birşeydi. Suarez ve Neymar'dan oluşan hücum hattının, Messi'siz, pigmeler gibi çoğalan ve alan daraltan Simemone takımını nasıl aşacakları doğrusu artık bir bulmacaya dönüştü benim için. Nitekim maçın ilk yarısının, Barcelona'nın girdiği bir-iki net gol pozisyonu dışında, korkunç bir çekişme içinde geçmesi iki takımın da hem defansta hem hücumda müthiş alan daraltma becerilerinin sonucuydu.
Messi oyuna girinceye kadar Luis Enrique'nin oyun planı skoru değiştirebilecek oyun yetenekleri göstermiyordu. Ama elinizde Messi gibi bir tür ilahi baharatçı varsa hertür lezzetli yemeği yapmak mimkanına kavuşursunuz. Nitekim Messi'nin oyuna girmesi sadece maçın skorunu değiştirmedi, Barcelona gibi bir takıma bile eski fabrika ayarlarına getirdi.
Son söz; bu Atletico Madrid karşısında, Galatasaray'ın futbol ilahlarının pek rastlanmayan mucizelerine ya da korkarım Telli Baba'ya 101 koyun adak adamaya çoook ihtiyacı olacak.