Kediler, köpekler bu günlerde gündemde…
Herkesin olduğu gibi neredeyse birçok kamu görevlisinin de bir kedisi ve köpeği var… İnsanların randevu ile girdikleri makam ve mevkilere kediler elini kolunu sallayarak giriyor ve protokol kurallarına tabi olmadan istedikleri yere oturdukları gibi makamların gerçek sahibi gibi davranıyorlar.
Kedilerin, köpeklerin kallavi tasmaları, süsleri, çeşit çeşit mamaları, vitaminleri var… Onları sokakta gezdiren, bakımlarını yapan çalışanları var…
Şimdi birde çipleri çıktı. İnsanlardan önce hayvanlara çip takılması uygulamasına geçildi. Geçildi geçilmesine ama işler biraz karıştı…Kedisini, köpeğini varisi kılacak kadar ileri derece hayvansever olanlardan birçoğu çip taktırmak zahmetine girmektense kedi ve köpeğini sokağa bırakmayı tercih etti.
İnsanoğlunun yaradılış özelliği, zoru gördüğü zaman aşk, sevgi gibi kavramları gözü görmüyor ve hemen kendisi için sıkıntılı olan veya olabilecek durumdan kurtulmak için tabana kuvvet vitesi ile eyleme geçiyor.
Her ne kadar yazımızın başlığı “Siyasetin kedisi ve maymunları” olsa da esas konumuz hayvanlar alemi olmadığı için iğnenin ucunu azda olsa törpüledikten sonra konumuza dönelim ve meseleyi anlaşılır kılmaya çalışalım.
Bu nedenle de hayvanlar aleminden keskin bir “U” dönüşü ile siyaset gündemine destursuz girmemek adına fabl türünde bir hikâye ile tatlı bir geçiş yapalım ki kimse kırılıp darılmasın veyahut da isteyen üstüne alınıp darılsın…
Ağanın birinin konağında bir maymunu ve bir de kedisi varmış. Ağa konağının en görkemli ve manzarası güzel odasında oturuyormuş. Zaman zaman da bahçeye çıkıp etrafa arzı endam ediyormuş.
Bu konağın hiçbir eksiği olmadığı gibi maymun ve kedisi de varmış. Biri maskaralığı diğeri de nankörlüğü ile ünlenmiş bu ikisi konağın mutfağını mesken tutmuşlar… Yedikleri önünde yemedikleri ardındaymış ama buna rağmen maymun aç gözlü olduğu için ne bulsa çalıyor, kedi ise fare kovalamak yerine peynirinin peşinden koşuyormuş.
Konağın ağasının canı günlerden bir gün kestane çekmiş. Konağın uşağına mangalda kestane pişirmesini istemiş. Bizim ikili durur mu kestaneleri çalmaya karar vermişler.
Akıllı ve kurnaz maymun kediye: “Bu işi yapsa yapsa sen ancak yaparsın. Kestaneleri çalacak yetenek sende, hız sende” demiş.
Kedi de gaza gelmiş; serde nankörlük de olduğu için maymunu dinlemiş ve kestaneleri ateşin üzerinden almaya başlamış. Sonunda kestaneler tükenmiş. Bu arada tüm kestaneleri maymun yemiş.
Mutfağa giren uşak kestaneleri çalan kediyi görünce onu bir güzel dövmüş sonra da evden atmış. Bütün bunlar olurken maymun ise oralı bile olmamış. Oda umursamaz bir tavır ile etrafı seyrediyor ve dişlerini temizliyormuş, maskaralık yapıyormuş…
Kedi yediği bu halttan sonra cezalı olarak konağın mutfağından kovulmuş. Dışarıda aç kalan kedi her gece pencerenin önüne gelip maymuna: “kestaneleri alan ağa, kestaneleri çizen hizmetçi kız, kestaneleri pişiren uşak, kestaneleri aşıran ben… Yiyen ise sen ama sana bir şey olmuyor, dışarı atılan ben oluyorum” diye ağıt yakıyormuş… ama maymun oralı bile değil… o dümeninin peşinde…
Aslında bu fabl türündeki hikâye İngiliz anahtarı gibi. Hikâyeyi sosyal ve toplumsal olarak nereye oturtmaya çalışırsanız uyacak ve dersler çıkarılabilecek nitelikte derinliği olan bir hikâye…Ankara'ya uyarlasanız birçok fikir verir. Yerele uyarlasanız çuvallar dolusu örnek çıkar…
Biz yine de yaradılış fıtratı çok önemli diyelim ve dua edelim. Allah (C.C) hiç kimseyi ahseni takvimden (yaratılmışların en güzeli) mertebesinden esfele safilin (yaratılmışların düşebileceği en kötüsü) seviyesine düşürmesin…
Hayatımızın hiçbir safhasında da bizleri imtihanların en çetini olan sureti hak dan görünmesine rağmen esfele safilinler ile sınamasın.