Şimdi bir karınca yuvasıyım, özenle kurulmuş, emek harcanmış. İçimde minik minik olaylar, parçalar. Bütüne ulaşması zor bir puzzle' ım aslında...
Başkalarının hayatından arda kalan bir kırıntı yüreğim, yetimin hak günahını taşıyor gibi sınanıyor sanki...
Toprağa can olmuştum, şuan oturduğum, annemin yünlü pikesinin üstünde. Ve hemen burnuma bir toprak kokusu geldi, orucumu bozar gibi kokladım , içime çektim, sindirdim. Çiçek açtı yüreğimde bir özlemdir süregeldi. Can olduğum yerden bir ateş ağacının kökünü yuva edinmişim kendime. Çiçeklerini bilmediğim ve yüzyüze gelemediğim, fakat kökünü ezber bildiğim muhteşem kokularını toprağına taşıyan bir ağaç bu. Kim bilir hangi refüjü renklendiriyor, hangi bahçeye gölge oluyor, belki ıssız yerde aşığını bekliyor belki de bir aşığın sazından çıkan şarkıları dinliyor. Biliyorum kökünü sırtımda büyüttüğüm boyu dağlara varan bir ağaç bu.
Uvuzlarımı titreten bir ıslaklık hissedince kendime geliyorum bazen, hayır beni kendime getiren yalnızca ıslak toprak değil, ıslanınca cennet kokan topraktı beni benden alan.
Bir ışık vuruyor gözüme; hücrelerde, pencere benzeri taştan bir oyuk olur hani gündüzü geceyi hatırlatır sana... İşte bu ışıkta bir sabah güneşi gibi doğmuştu bana, aydınlattığı yere doğru uzun silindir ve bir o kadar da toz bulutu yüklü bir ışıktı bu. Artık bahar gelmişti ve karıncalar tek tek gösteri yapacaklardı. Minicik bedenleriyle dünya yükü kadar ekmek kırıntısı... Hep öyle olmuyor mu zaten boyumuzdan büyük yükler taşıyoruz ve asla ezilmiyoruz, mecburiyetin kölesi olmuşsasına yükümüzden asla vazgeçmiyoruz. Parça parça kırıntılar mevsim boyunca gösteri yapan karıncalarca tanışıyor, ve onlardan öğrenecek çok şeyin olduğu aklımdan çıkmıyor, mesela bin çabanın bir başarıya vardığı, kolaya ulaşmak için zorluğun kölesi olmak gerektiği ve en önemlisi zaman kavramının bilgeliği.