Bu “çok erken” seçimler hakkında yazılıp konuşulanların giderek bir toz-dumana gark olması riski artıyor. 24 Haziran'a kadar da artacağa, daha doğrusu arttırılacağa benziyor.
Seçimlerin neden erkene alındığı üzerine, dolaşıma sokulan hikâyelerin – mesela – bu toz-duman riskinin temel malzemesi olacağı anlaşılıyor.
Evet – mesela – bir “profesör” arkadaşımız: “Maaşlarımızın üç aylık ömrü kalmış olabilir, çünkü ekonomi çökmüş durumda” diyebiliyor. Ve tabi yine “fısıltı gazetesi” manşetinden inmeyen, Erdoğan'a kaçacağı ülke arama telaşı eşliğinde...
Erdoğan için kaçacak ülke arama ve Kaddafi'nin linç görüntülerine “referans” fısıltısını, CHP elitinin ideolojik sosu olarak 15 Temmuz “kontrollü darbe” hadisesinden hatırlıyoruz. Bunu “damdan düşen” olarak iyi bilen Erdoğan'ın “Bu kez de başaramayacaksınız” ile yaşadığı da biliniyor...
Gelecek nesillerin kaderini kendine dert etme vicdanından yoksun olmayan siyaset erbabı ve vatandaşlarımız için, bu “toz-duman” riskini bertaraf etmenin hayatiyetini özetlemek isterim buraya.
***
Çok daha uzun vadeli bir “nesillerinin geleceğini kendine dert etme vicdanı” çalışmamızdan dolayı aylardır yazamamaktayım. Ama bu “toz-duman tezgâhı” ciddidir ve gelecek nesillerimizi şah damarından ilgilendirmektedir. Onun için yazmak elzem oldu.
***
Bir Amerikan “üst akıl” elemanı (2000-2003 arası ABD Türkiye Büyükelçisi, 2008-2014 arası bir “sivil toplum” örgütü başkanı), bu geçtiğimiz Şubat'ta zamanın Dışişleri Bakanı Rex Tillerson'a Türkiye ziyareti öncesi (dönünce görevden alınmıştı) uzun sayılacak (4 sayfa) bir “açık mektup” yayınladı.
Adeta damardan girdiği paragrafında şunları dedi:
“Erdoğan'ın komşuları ve bir bütün olarak Ortadoğu için hevesleri/ihtirasları vardır. Türkiye'nin güney sınırları yakın coğrafyasına askeri olarak hakim olmak istemektedir. 6 Şubat'ta kendi yönetici Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) meclis grubuna, Türkiye ‘son iki yüzyılını kurban verme ile heba etmiştir' ve Osmanlı İmparatorluğuna ait ‘5 milyon km. kare kaybetmiştir' — ABD'nin yarısı kadar bir alan.” (W. R. Pearson, “Open letter”, The Middle East Institute, February 8, 2018)
Acil “mektup” bu eksenli uyarılar ve çağrılarla döşenmiş bir metin. Benzer “feryat”lar benzer bir çok yayına (kuvvetle muhtemeldir ki benzer bir çok istihbarî rapora da) yansımaktadır.
Bu erken seçimin, şüphesiz, bir çok boyutu vardır: demokratikleşme, ekonomi, eğitim, sağlık, refah vs. ve en önemlisi partilerin/elitlerin iktidar mücadelesi... Daha fazlasıyla önemlisi, Erdoğan'ın partisi için dediği “metal yorgunluğu” ve Lord Acton'un “İktidar kirletir, mutlak iktidar mutlaka kirletir” veya “Güç yıkılır; mutlak güç, mutlaka yıkılır” dediği fıtratî gerçeklik... Bunların seçim ertesine ertelenmesi zarurîdir.
Bunlar anlaşılırdır ve üzerinde enine-boyuna durulmaya değerdir. Ama maalesef ki; bu seçimler bunun “seçim”i değildir. Yine maalesef ve üzgünüm ki; bu acil erken seçim çok partili değil “iki parti”li bir seçimdir.
Aynen yukarıdaki “eleman”ın ana eksenine giden bir yakın geçmiş anekdotunu da hatırlatarak bu seçimin neyi seçimi olduğuna, dolayısıyla neden toza-dumana getirilmeye tahammülü olmadığına geçmek isterim:
Bir gazeteci bir eski MİT müsteşarına (Fuat Doğu, 1962-1964 ve 1966-1971 – emekli general), röportajı esnasında “sayın müsteşarım” deyince, Müsteşar “Ben MİT müsteşarlığı değil CIA şube müdürlüğünü yaptım” deyiverir.
Bu acil seçim “şube kalma” ile “şube olmaktan artık çıkma” partileri arasındaki bir seçimdir. Bu iki parti mevzilerini buna göre yapmakta, pozisyonlarını ona göre almaktadır. Gerisi sadece teferruattır. Sadece bu “teferruat”ın yükselen tozu dumanıdır.
Bu “alelacele” seçim, Türkiye ekonomisi ve siyasî kültürünün geldiği aşamasının dayattığı bu yol ayrımının seçimidir. Merkez Şube'ye, ibret-i âlem bir “ders” vermek istemekte, Şube de Merkez'e, tersinden bin nasihate bedel bir “musibet” yaşatmak istemektedir. Bu “oylama” Merkez ile eski Şube arasındaki bu Şah çekme seçimidir.
Onun için de, nesillerinin geleceğini kendine dert eden vicdanlar bu “seçim”in saçaklara yayılmış bir toz-dumana gark olmasına fırsat vermeme durumundadır. 7 Şubat MİT-Fidan operasyonu ve Gezi Parkı'ndan 15 Temmuz'a uzanan denemeler silsilesini, Yerliler Partisi – ayrıntıya/abartıya/ajitasyona boğmadan – Şubeciler Partisi'nin seçimi “ana eksen”inden çıkarma tezgâhına mahal vermeme teyakkuzunda olmak durumundadır.
Cumhur İttifakı liderlerinin erken seçim açıklamasında özenle vurgulanan “Suriye üzerinden bekamızı hedef alan gelişmeler” ile ilgili aşağıdaki cümleleri aktarmalıyım:
“Irak Kürdistan'ındaki devletleşme, esas olarak ABD, İngiltere, İsrail ve diğer AB ülkeleri tarafından desteklenmektedir. Bundaki amaç, Ortadoğu'nun kontrolü ve İsrail'e stratejik bir müttefik yaratma ihtiyacıdır. Devlet [Kürt] ister federe ister bağımsız kurulsun, özünde kukla, işbirlikçi niteliğini mevcut haliyle aşamaz. Bunun için gerekli ekonomik, sosyal ve entelektüel temelden yoksundur. Dış güçler olmadan bir gün ayakta durabilecek yeteneği yoktur... Emperyalizm ve İsrail bunu sağlama olanaklarına sahiptir. Son Irak operasyonu bunu amaçlamakta olup başarmaya çalışacaktır. Daha sonraki süreç İran, Suriye ve Türkiye Kürtlerini bu çekirdek etrafında Büyük Kürdistan biçiminde genişletmeyi programına alabilir.” (Öcalan, Özgür İnsan Savunması, İstanbul: Çetin Yayınları, 2003, s. 129, 130)
Çözüm Süreci'ni yukarıda sözü edilen “akıl” 15 Temmuz'a hazırlık için bitirdi…
Nerede, ne yapıyor bu yukarıdaki cümleleri dizen? 2013 Mart'ında milyonlara Türkçe (orijinal) ve Kürtçe okunan mektubunun temel vurgusunu “gerçek Misak-ı Milli sınırları” etrafına alan bu yerli/milli şuur nerede?..
Üçüncü bir “kaynak” daha ekleyerek bitirelim, şöyle der resmi sitedeki haber:
Demokratik Gelişim Enstitüsü (DPI) 11 Nisan 2018'de, Türk Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) üç temsilcisini ağırladı. AK Parti Başkan Yardımcısı Mehmet Mehdi Eker, Efkan Ala (Milletvekili, AK Parti MKYK Üyesi ve Eski İçişleri Bakanı) ve Taner Yıldız (Milletvekili, Eski Enerji ve Tabii kaynaklar Bakanı) DPI danışmanları ve çelişki çözümleri alanında kıdemli uluslararası uzmanlarıyla, Londra Westminister'deki buluşma yerinde bir araya geldiler.
Bu organizasyonları yapan “Enstitü”nün başındaki kişi 30 küsur yıllık eski dostumdur, kimle/nasıl çalıştığını bilmem normal. Erdoğan liderliğinin “en bağlı” İçişleri Bakanı E. Ala'nın bilmemesi– ve Erdoğan'dan habersiz gitmesi – ise anormal olur sanırım.
Hayırlı bir haber olmasını temenni ederim. Ancak bakanlık makamında (2015 Nisan) E. Ala'ya söylediğim yanlışın tekrar edilmemesi dileği ve umuduyla... (“Öcalan'ın zayıf tarafıyla [askeri] görüşüyor devlet, yerli/milli temelindeki felsefî tarafı olmalıydı, çok daha güçlü tarafı” dememe “Çok doğru, iki hafta sonra gelin etraflıca konuşalım” demiş, ancak çabalarıma geri-dönüş olmamıştı maalesef...)
Sağlaşmış ve sığlaşmış “sol”un biraz Marx'a yeniden bakarak, ulus-devlet ekonomilerinin iç dinamikleriyle gelişip serpilmesi dinamiğinin, demokratikleşme ve yeniden insanlaşmaya yegane “maddi temel” olduğunu sıfır-baştan çalışmaları gerekmektedir.
Velhasıl, bu “erken tercih”imizin ne toza ne de dumana gark edilmeye tahammülü vardır. Herkes biraz daha ciddi olmak durumundadır.
Ali Kemal Özcan
Munzur Üniversitesi
Sosyolji Bölümü Öğr. Üyesi