Günümüzden sadece 50 yıl önce, önde gelen iki ABD üniversitesinin bulaşıcı hastalık servislerini kapattığı haberi basında yer almıştı. Çalıştıkları sorunun çözüldüğünden emin oldukları iddia edilmişti. İlerleyen yıllarda Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri'nde kızamık ve kabakulak vakalarının yeniden arttığı basına yansıdı ve yeni bulaşıcı hastalıkların görülmemiş bir şekilde ortaya çıktığı kaydedildi.
1960'ların sonunda halk sağlığı yetkilileri, sıtmaya neden olan parazit de dahil olmak üzere patojenik organizmaların yirminci yüzyılın sonunda ortadan kaldırılacağını iddia etmişlerdi. Dünya tarihi, vebadan çiçek hastalığına, sıtmaya, solunum hastalığı SARS, Ebola ve ötesine kadar olan hastalıkları kapsayan bir dizi amansız salgın ile maluldür. Günümüzün kabusu Koronavirüs ise bu halkanın son zinciri, “bilinen son zinciri” denebilir. Salgınlara eşlik eden uzun sosyal, politik ve kültürel sonuçlar üzerindeki spekülasyonlar da tüm insanlığın sadece ekonomik korkularını tetiklemekle kalmıyor psiko-sosyal yapısını da bozuyor.
Kolera 1832'de Paris'i vurduğunda yaklaşık 19.000 Parisliyi öldüren bu salgında fakir köylüler günah keçisi ilan edilmişti. Yüzyıllar sonra günümüze gelindiğinde, gelişen dünyadaki kentleşme, daha fazla kırsal nüfusu kentlere getirirken, nüfus artışları çevreye daha fazla baskı yapmaya başladı. Bu trendlerin bulaşıcı hastalıkların yayılması üzerinde derin bir etkisi olduğunu biliyoruz.
Günümüze geldiğimizde, yirmibirinci yüzyılda, geçmişte salgınları tetikleyen veya arttıran hataların çoğunu tekrarlıyor gibi görünüyoruz. Çarpık kentleşmeden, çevrenin tahribine daha da kötüsü savaşlara kadar düşülen bütün hatalar yine devam ediyor.Tarihin şekillenmesinde savaşlar ve salgın hastalıklar arasındaki sinerji uzun zamandır bilinmekte. Bu sinerji ve spekülasyonlar sanırım kıyamete kadar da devam edecek.