Sevgili S.Demirtaş,
“Hiçbir sahtelik sonuna kadar kendisini gizleyemez” der Öcalan, 40 yıllık pratiğinden... Bu “muhatabın” da: “Dünyanın en dürüst, en saf, en masum insanı; bir zafiyetine gark olduğunda, kâinatın en ikiyüzlü, en hilebaz, en korkak —ve dolayısıyla en zalim— insanına dönüşür” sonucuna ulaştı, 30 yıllık kendine/derinine yolculuğundan.
Dikkat edersen –ki etmediğin anlaşılıyor– senin için bir “ilk fırsat” olarak değerlendirdiğim o 7 sayfalığımda; seni “en elverişli” tetikçi olarak kullanmayı sürdüren iflah-olmaz Öcalan sorunluların fırıldak dümeninden çıkabilmeye hazırlanman için, iki adet TEMİZ cevap istedim:
- Seni balonlayarak tarlalarına sürenlerin Öcalan ile ilgili “mütevazi” bir olumlu cümlesi veya paragrafı
- Seni tetikçi eden kompozisyonun elbirliğiyle Facia'ya çevirdiği İmralı Süreci'nin üç yılı (36 ay) boyunca “Selocan” veya Taşdemir olarak senin, o sürece ilişkin, umutlandıran/olumlayan “Allah razı olsun” mealinde bir cümlen veya paragrafın (konuşma veya yazı)
Bulman hâlinde, sana “tetikçi” demiş olmamdan dolayı, küçük-büyük demeden önünde ayağa kalkıp senden özür dileyecektim. Tersi ihtimalinde –ki bulamayacağını biliyordum, naçizane çalışma alanımdır– bunu bir bulunmaz fırsat olarak değerlendirip “... kendini kendine itiraf etme sürecine bir-yerden giriş yapabil” demiştim.
Maalesef sen bunu yapacağına, Doğan arkadaşımızın aktarımına göre “15 dakika civarı bir değinme” ile “kendisini muhatap almayacağım” demişsin.
Bu tamamen senin “takdir-i Selocan” olabilir. Ben de bu “takdire-şayan”ına muhatap olmayacağım! Zira benim muhataplarım belli: 1) İmralı, 2) Ankara, 3) Washington. Son ikisiyle iyi-kötü görüşüyor, konuşuyorum. Birinci ile de, 1996'dan beri muhatap olduğum gibi 2019 Haziranındaki “Seni buraya Allah gönderdi” nidasına bağlılığımdan milim-altı bir geri duruş yapmadan müteakip muhatap olmaya devam...
Ayrıca; dikkat edersen –ki etmediğin anlaşılıyor– o 7 sayfa boyunca satırlarımda senden bir “muhataplık” talebim yoktur. Talebim beliydi, bellidir: yukarıda ifade ettiğim kendine itiraf sürecini başlatarak Öcalan'ın “şuna-buna payanda [‘av' sopası] olmama” Çizgi'sine dönmen idi. O faciaya çevirdiğiniz süreç boyunca elini en-yakından tutan SS. Önder ve A. Türk bile: “... ama gelecek olanlar da kör bıçakla bekliyor” ve “...[kendimizi dövdürecek] sopa değiştirmenin manası yok” dedikleri bir çırılçıplaklıkta!
Ancak seninle görüşme talebim bakidir, çünkü; sözünü ettiğim o faşist odaklar konsorsiyumu seni “kötü/kirli sopa” etmeyi, hızını kesmeyerek sürdüreduruyor. Bunu, geri-dönüşe kapalı bir durdurabilme şansının kapısını sana aralamak için görüşme talebimi yineliyorum: Nehir-üstü Buz'un Kar ile kaplı kısmına konmuş “kekliğe” kilitlenmeni açmak; dolayısıyla “Yok mu can kurtaraaan!” diye ümitsiz-imdat seçeneğiyle burun-buruna gelme mahkumiyetinden seni çıkarmak üzere... (Şüphesiz ki bu benzetmem “fizikî” değil ruhsaldır. Fizikî olan alanım değildir, anlamam.)
Bu fırsatı kaçırma bence! O helyum gazı basılmış balon bibi “partiler-üstü” atmosfere (arkadaşın aktarımına göre) kaptırdığın yelkeninden in! Uzay boşluğuna geçmeden... Gerisi kolay.
Öte yandan, “kapalı” mektubumdaki şu eksik anlatımımı tamamlamalıyım: Sen 36 aylık sürede ilk-elden değil üçüncü kademeden tetikçi oldun: M. Kemal'i Dolmabahçe'de öldüren “derin” Kemalistlerin (“Our boys”) tetikçisi Fetullahçıların üç faşist bileşeni tetikçisinin tetikçisi Selocan... Yani asıl gerçekliğiyle “tetikçi” değil, tetikçinin tetikçisinin tetikçisi olduğunu daha anlaşılır etmeliydim. Evet; iktidar kapışmasındaki Gülen örgütlenmesi “Bizim oğlanlar” derinliklerinin tetikçisi, eteklerden döküleceklerin en gözü-kara toplayıcıları üç faşist damar da Gülencilerin tetikçisi, sen ise o üç faşist damarın tetikçisi oldun. Senin farkın, ilk ikisinden daha “yaman” veya “cin-göz” takılman oldu.
İlk iki tetikçiye ek olarak; sürecin Erdoğan liderliği dışındaki bir “Devlet” ile yürüdüğü yönündeki yalana, ekibinle Öcalan'ı manipüle edip inandırdınız. Aldattınız (muhtemelen M. Dervişoğlu da “devlet” adına bu ipin kendi tarafını tuttu, ipi onun eline kimin verdiğini bilmiyoruz). Ama şu hakkını teslim ediyoruz! Ova “damar”ınla önce Kandil'i, sonra Öcalan'ı manipüle edip aldatmada tetikçi-başı olduğunu biliyoruz...
Yoksa; Öcalan'a henüz işin başında Türk solu ağzıyla (21.7.2013): “‘...Yüzde 15 çekilmiştir, geri kalanlar da hareket halindedir' gibi şeyler demeyin artık. Kandil de safça yazmış işte. Ne gerek var? Çatışmasızlık sağlandı, yeterlidir. AKP ne istiyor? Çekilen güçlerin yerine kendi güçlerini mi ikame edecek?” dedirten Ne'dir. Kim'dir? ... (Sonrasında toparlamaya çalıştı, ama artık çok geç olmuştu...)
Bilincinin altına girmeye biraz cesaret edebilirsen, senin arkadaşımıza söylediğin “muhatap” işin oradan çıkabilir. Çıkar.
Bütün bunları Öcalan ile konuştum: İki gün boyunca senin İmam Ekremoğlu'nun sorunumuza (2005 Hill Hotel'den beri “Kürt sorunundan öncedir” dediğim Öcalan Sorunu'muza) getireceği “muhtemel-muazzam” çözümleri konuşmadık!
Bunları senin Kim ile Ne ile yaptığını biliyor O. Kandil de –artık– biliyor [sanırım]... Henüz tıfıl yaşımdayken bu Kim'lerinin ve Ne'lerinin “muhataplık” ocaklarını söndürdüm (1992). Ulusal Meclis dedikleri o-zamanki Öcalan girişiminin (Londra) bir VHS kasetine doluşturulan 5 kişilik “liste”lerini delip seçildim. Şimdilerde seni cansiperane savunan S. Çürümüşkaya'nın en tepesinde olduğu “seçim komisyonu” oylarımın “uygun” miktarını silerek Liste'den çıkarıverdi (Sen bu işlerin sadece senin İst. seçimlerinde olduğunu sanmıyorsun, değil mi?).
Ve bunu 1996 Temmuzunun Şam'ında Bayık ile uzun-uzun konuştum. Nasıl tepki verdiğini birlikte hatırlıyoruz: “Sen bir namuslunun yapması gerekenini yapmışsın.” Sonra Kandil'in Ağustos'unda (2005) iki hafta ara ile iki kez konuştum, Öcalan'ın “Kuvayı Milliye gibi olmalı” dediği DTH deneyinin olup-bitenlerini... O zaman da “deli” demişlerdi bana. Ve eklemişti Bayık: “Bu hareket deliler hareketidir!”
Benjamin Franklin'e atfedilen bir söylence şöyle der:
- ‘Şu balta ile şu çınar ağacını bir saatte keseceksin' dense sana, ne yaparsın?
- İlk 45 dakikasını baltamı bilemeye ayırırım.
Ve 32 yıldır baltasını biler bu “deli” ... 33'üncü yılında, olası (İmralı bariyeri aşılmaz ise) cumhurbaşkanlığı adaylığımda senin o “muhteşem kurnaz” çıkışın gibi gidip, Öcalan'a Bağlı Güçler'in hazırladığı güllük-gülistan Kızıltepe bahçesinde “Başkan Apo'nun heykelini dikeceeez!” demeyecek bu deli...
“Heykel” ile kışkırttığın o Karadeniz ve İç Anadolu'dan başlayarak namuslu ülkücülere/dindarlara, İmralı'daki liderliğin; Türkiye'yi bir haftada (5 iş gününde) savaş ve çatışmadan “kıldan yağ çeker gibi” çekip çıkaracak ve baş aşağı çevrilmiş binyıllık Türk-Kürt ilişkilerini ayakları üzerine alıp Ortak-Vatanımızı Tek-Millet (evet, tek etnisite/dil değil!) olarak düze çıkaracak yegâne Merkez olduğunu önce anlatır, sonra evlerine misafir olur gelir bu “zır-deli” ...
Okumaktan korkmayı bırakırsan, İmralı'ya Ne'ye Gittim? kitabının İndependent Turkish röportajından bu zırdeliliğimin ilanını okursun (26 Ocak 2020). Sonra senin Buz partisinin yayınını engellediği uzun Yeniçağ söyleşisini, sonra da hangi kitabın neresine geçersen sen bilirsin... Ama hepsinden önce Doğan arkadaşa bir-daha emanet ettiğim [Öcalan'a yazdığım]“Abdullah Abi”yi okuma cesaretini toplamazsan, bunlara geçemezsin. Geçemezsin.
Mudanya yollarında tekme-tokat “eylem”leriyle “Önderliğe Özgürlük” diye-diye İmralı tecridinin kapılarını çivileyenlere de anlatacağız, gerçeğin aslını. Leyla'nın evinde “Tecrit nasıl kalkar?” sohbetimizde sağ yanı-başımda oturan ve 4 saati aşkın zaman boyunca ağzını açmayan bu “tokat” arkadaşına da...
Onun için: “‘Bir gün namuslu dindarlar, namuslu ülkücüler ve namuslu sosyalistler omuz-omuza olursa şaşmayınız!' dedim 1989'da bir Niğdeli dindar dostuma, Sedat Peker ‘yer altından' 32 yıl sonra bu dediğimi güncelledi. Zira O gün geldi... Çünkü sadece ve yalnızca ‘Bu vatanın delileri, bu vatanın serdengeçtileri' bunu yaşar ve yapar!” diye başladım Peker'e Not'uma...
Peker deyip geçme! Sen de; menajerliğini yapmaya çalıştığın ve Aç tavuk rüyasında kendini darı ambarında zanneder Birliği (Kar-Buz ittifakı) gibi, kendisinin seçimden iki ay önce Tayyip Abi'sine başlayacağını bekleme! Peker, okuduğunu anlayacak kadar zeki, okumadığını okuyacak kadar meraklı, okumaktan korkmayacak kadar cesurdur. Sen “içeri yılları” gibi bir fırsatı “okuyormuş gibi” yaparak geçirdin. Biliyoruz. Yoksa koca beş yılda çıka-çıka senaryo-hikâye mi çıkardı!
Ortaya çıkmak denen gerçeklerin o “kötü huyu” senin bu gerçekliğini bu gök-kubbenin altında saklı bırakmaz. Sana bu şansı vermez. Zaman aşımı da olmaz burada. Ancak benim işim, benim görevim, benim sorumluluğum; senin bu gerçekliğini daha “makul” (yani daha enfeksiyonel üremelere fırsat vermeyen) bir zamana çekmektir. Zira Öcalan henüz fizikî olarak DA yaşarken bu “kötü huy” hükmünü icra edecektir. O'nun sadece fizikî olarak “ayakta gezen” hâlinden söz etmiyorum: zihnen DE zinde hâlindeyken...
Erdoğan'dan –dolayısıyla Öcalan'dan– “intikam alma” pozisyonunda olan “Sen” değilsin... Bu cin-gözlülüğü yaşatmam sana. Yaşatamam. Kim olduğumu söyledim sana o 7 sayfalıkta, 2005'teki bir yazışmamdan...
İHD kayıtlarına göre Sürecin faciaya çevrilmesiyle, 2015'ten Temmuz 2020'ye kadar süren çatışmalı ortamda 5 bin 365 kişi yaşamını yitirdi... [hendeklerde yitirdiklerimizin buna dahil olduğunu sanmam] Ve artı 2 buçuk yılın kayıpları. Bu sadece İHD'nin bildikleri!.. (“Tehdit” başlıklı yazımdan, 13 Şubat 2022)
Kapıları çalan benim / Kapıları birer birer / Gözünüze görünemem / Göze görünmez ölüler
Ölüler konuşamaz / Ölüler yazamaz / Ölüler çizemez... Heykeller de!
Onun için: “...hakketmeden yenilenlerin, ihanete uğramışların yaşanmamışlık-larının toplam ruhunun bir parçacığı” olduğumu, bu ruhu yaşadığımı aktardım sana. Neyi anlamamaya direniyorsun sen ...?
Bunun hesabını vermeden siyaset denen kutsiyeti (seyisliği/terbiyeyi) nasıl düşünürsün? Hem de dört-boyutlu fırıldak-siyaset bezirganlarının Al-Ver'leriyle? ...
“İğneyi kendimize...” diyorsun! İğneden BURADA niye bu kadar korkuyorsun? Bu “muhatap alma/olma” çıngarın da buradan kulağıma geliyor sanırım. Saygısızlık, terbiyesizlik olsun diye değil gibidir durum. Yanılıyor muyum?
Korkma! Korkma, geciktikçe hesabın/bedelin ağırlaşır. Annesince altının temizlenmesine ciyak-ciyak direnen bebekler misali bağırıyor gibisin. Korkma: anneyim ben; babayım, ebeyim, hemşireyim, doktorum ben...
“KORKU öldürür, MERAK yaşatır, CESARET başarıya götürür” demişler. Ben de “Bilgisiz ruh İNTİHARA, ruhsuz bilgi İHANETE götürür” dedim yakın bir geçmişte. Toparlanabilirsin. Toparlanmalısın!
Geçenlerde S. Peker'e iletilmesi üzere yazdığım yarım sayfalık notta şunu dedim:
"Zekâya saygı duymayı öğreneceksiniz!" En çok sevdiğim söylemlerinin ikisinden biridir. Diğeri de şu: “Namusunuz yok lan sizin!" ... Ancak her namuslunun biraz daha namuslusu olduğu gibi “her zekinin biraz daha zekisi” vardır, mümkündür.
Senin için de şunu ekleyeyim: Her kurnazın biraz daha kurnazı vardır, mümkündür... Doğan arkadaşımızın gazete söyleşisinden manşete çıkarılan cümlesi şöyle olmuş: Öcalan ile Oynanmaz! “Muhatap” türü beyhude denemelerden vazgeçmeni söylerim. Bu manşete çıkarılan Bu önderliğin Ortadoğu'nun orta yerinde kendisini Bu güne getirmesini anlamaya emek vermek/vermen lazımdır. Bir yerden, yani Bu yerden başlayabil.
Ali Kemal Özcan
15 Ağustos 2022