Kestirme ve sathî çözümlemelerin ömrü kısa oluyor.
MİT krizi hakkında yapılan yorumların çoğu karanlığa kurşun sıkmak kabilinden. İsabet var mı? Yok. Zira düğüm karanlık köşelerde, gizli ilişkilerde değil aydınlıkta, gözümüzün önünde duruyor. Yargı, Ergenekon süreci boyunca "yandaş yargı" olarak suçlandı. Hükümetin her emrini ikilemeden yerine getiren bir yargı mekanizmasına inanmamız beklendi. MİT krizi, böyle olmadığını, hükümetten de hesap soran bir yargı inisiyatifinin devrede olduğunu gösterdi. Bu sefer "Cemaat" yorumu devreye sokuldu. Problem fiilen müzakereci siyasî çözümlerle, güvenliği ön plana alan yaklaşımlar arasında yaşanıyor. Hükümet içinde de bu iki farklı politikanın taraftarları olduğu biliniyor. Yalçın Akdoğan, Başbakan'ın Kürt sorunu konusunda uzmanlaşmış önemli kurmaylarından biri. Star-Açık Görüş'te her hafta kaleme aldığı analizleri, bu güvenlikçi yaklaşımın oldukça tutarlı izlerini taşıyor. Öbür taraftan hükümetin bugün uyguladığı siyaset, bu güvenlikçi yaklaşıma daha yakın duruyor. Şayet varit ise MİT'in yürüttüğü müzakerelerin, hin-i hacette devreye sokulacak "B planı" için sürdüğü anlaşılıyor. Tersinden Cemaat'in diyaloğa ve uzlaşmaya açık mesajları, barışçı yöntemlere uygun bir atmosferin oluşmasına çok büyük katkılarda bulundu. Abant Platformu Yönetim Kurulu üyesi sıfatıyla bu teşebbüslerin samimiyeti konusunda çok sağlam bir kanaate sahibim. Eğer hükümet ile Cemaat, Kürt sorunu ekseninde karşı karşıya gelecek olsaydı, bugün alınan pozisyonların tam tersinin cari olması gerekirdi.
Demek ki bu açıklamaların fitne-fesat üretmek dışında hiçbir değeri yok. Bakmamız gereken yer açık-aydınlık alan. Yürütme ile yargı arasında süren erkler mücadelesinin bir krize dönüşmesine tanık olduk. Bu mücadeleyi doğru kavramak için yargının işleyişine vâkıf olmak gerekiyor. Yargı, yürütme ve yasamayla birlikte üç erkten biri, gücün istismarını engellemek için yegâne güvencemiz. Yasama kuralı koyuyor, yargı hükmü veriyor ve yürütme icrasını yerine getiriyor. Parlamenter sistem, yasama ve yürütme çiftinin vahdetine dayanıyor. Dolayısıyla denge yargı ile yasama-yürütme ikilisi arasında kuruluyor. Yargı, yürütme gibi keskin bir hiyerarşiye ve kapsamlı bir bürokratik-teknik desteğe sahip değil. Yargı işini, tek tek savcılar ve yargıçlar yazılı kurallara göre soruşturma ve kovuşturma yürütürken yapmış oluyor. Yargı mensubunu harekete geçiren ve yargılamayı yürüten etki dışarıdan gelen bir talimat değil, doğrudan savcı ve hâkimin kanunlardan aldığı yetkiler. Savcı ve hâkim harekete geçerken veya karar verirken başkalarına değil, kurallara bakıyor. Şayet kanun bir fiili suç olarak tanımlamışsa, savcının harekete geçmekten başka alternatifi bulunmuyor.
Suç işlenene kadar yetki kamu düzeninden sorumlu olan yürütmeye, yani mülkî idareye ait. Suç işlendikten sonra artık yetki savcıya geçiyor. Ancak savcıların suçun kovuşturulması, delillerin toplanması ve suçluların takibi ile ilgili işlerine, hiyerarşik olarak yürütmeye bağlı kolluk güçleri bakıyor. Adli zabıta, bizde henüz işlemiyor. MİT krizinde yargı ile yürütme karşı karşıya geldiği zaman yürütmenin ilk hamlesi savcılığa delilleri toplayan polis şeflerini görevden almak oldu. Bu örneğe ilave olarak suç işlendikten sonra da kamuoyunu mülkî amirlerin veya polis şeflerinin aydınlatması ve yönlendirmesi yargı bağımsızlığına aykırı bir gelenek olarak devam ediyor.
Kriz, elindeki kuralları uygulayan yargı ile kuralları esneterek çözüm arayan yürütme arasında. Yargı görevini yaparken, attığı her adımı genel bir analize dayandırmak, sübjektif yorumlara itibar etmek zorunda değil. Kural ne ise onu uygulayacak. Yürütme de elindeki araçlarla sorunları çözerken kurallara bağlı kalmak zorunda. Krizler, hele bugünkü gibi sarsıcı krizler sistemdeki aksaklığı gösterirler. MİT krizi, bir sistem krizi. Yani? Kısaca bir anayasa krizi. Öyleyse çözüm yeni anayasada. MİT Yasası'nda yapılacak değişiklikle bulunacak geçici çözüm, bu sefer başka krizleri tetikleyecek. Yargı bağımsızlığının güvence altına alınması herkesin çıkarına. Bağımsız olmayan bir yargı, gelecekte bugünün iktidarı için de bir tehdit oluşturur. Ve ancak bağımsız olan bir yargı, siyasî çözümlerin üzerine inşa edileceği ortak paydayı, yani herkesin güven içinde yaşadığı hukuk düzenini koruyabilir. Kısaca hukuk, her şeyin başı ve sonudur. Pusula hukuku şaşarsa, doğru göstermiyor demektir.