Ahmet Hikmet Müftüoğlu’nun 1000 Temel Eser arasında basılan Çağlayanlar isimli kitabında “Üzümcü” başlıklı olağanüstü bir hikâye vardır.
Hikâyedeki savaş gazisinin vakarına kendinizi kaptırırken bir “Türk” olarak silahı alıp cenge çıkmamak için kendinizi zor zaptedersiniz. Hikâye şu hamaset yüklü pasajla sona erer: “Bir ulu çınarsın ki kırılır, eğilmezsin; ölür, inlemezsin. Kanınla çorak kumlukları sularken ekmeğini alnının terine batırır yer, yine düşman karşısına yaralarınla beraber her yerde bir istihkâm gibi çıkarsın. Sen zalim heybetinle bir mazlumsun; ninenin atanın bucağında bir garip, ananın babanın kucağında bir yetimsin!.. Sen Şark’ın kınına giremeyen kılıcısın; döğüle döğüle tavlanır, vurula vurula kırılırsın. Yine de her parçandan bir kıvılcım, her kıvılcımından bir şimşek çıkar. İlâhî bir kuvvetin, ebedî bir feyzin var, ey Türk!..”
Ömer Seyfettin’in ilkokulda okuduğumuz “Primo Türk Çocuğu” hikâyesi de benzer etkiyi bırakır. Bozuk Türkçesi ile Primo’nun “ben Türk’üm” diye haykırışını okurken göğsünüz kabarır. Milliyetçiliği dünü ve bugünü ile doğru anlamalıyız. Türkçülük, bir Türk milleti inşa etme fikrinin adıdır. Milliyetçilik herkesin içine girip gururla seyredeceği bir kaşâne inşa etmek için değil; bu topraklarda yaşayan insanların canını, namusunu ve izzetini korumak için icat edilmiştir. İnşa edilen şey, bu ülkenin halkının hukukunu koruyacak kale surlarıdır. Devletlerin milletlere dayandığı çağda, ülkenizi ancak milliyetçilik surlarıyla koruyabilirsiniz. Aklı erenler hangi etnik kökenden gelirlerse gelsinler, dağılan imparatorluktan bir çıkış yolu ve kurtuluş çaresi olarak milliyetçiliğe ve bir millet oluşturmaya özel bir gayret harcamıştır. Milliyetçiliğin, Türk milliyetçiliği veya Türkçülük olarak şekillenmesinin sadece tek sebebi vardır: Bu topraklarda Türkler çoğunluktadır.
Ne Ahmet Hikmet Müftüoğlu ne de Ömer Seyfettin -tarihte Türk milleti oluşturma çabalarına büyük katkılarda bulunmuş isimlerin çoğu gibi- Türk etnisitesine mensup değildir. Kural olarak Türkçülük Türkler tarafından yapılmaz. Mecburiyet, bu ayrıntıyı önemsiz hale getirir. Bağımsız yaşayabilmek için millet olmanız gerekir. Millet olacak topluluk da Türklerdir. Köyünden, kasabasından, tarlasından sökülüp savaş meydanlarına sürülen halk bir isimle anılmalıdır. Bu yüzden ilk Türkleştirilenler de -bir millet haline getirilenler- Türkler olmuştur. Kurtuluşun tek çaresi olarak Türk milleti oluşturma çabasına Kürtler başta olmak üzere herkes katkıda bulundu. Çünkü önemli olan Türklük veya Kürtlük değil, millet olmaktı. Yahya Kemâl’in naklettiği kısa anekdot, durumu anlamak için yeterli. Sene 1918, Süleyman Nazif, Yahya Kemâl’i kolundan çeker, bir yere otururlar. Heyecan içinde yeni kurulan Kürt Teâli Cemiyeti’ne üye olmayı önermektedir: “Azizim bütün dünya Türklerden nefret ediyor. Türk milletine nefes aldırmayacaklar. Belki Kürt adıyla ortaya çıkar, memleketi kurtarabiliriz.” Türk veya Kürt fark etmez; mesele “memleketi kurtarmak”tır. Kürt’ü, Arnavut’u, Çerkes’i, Arap’ı el ele vermiş, bir Türklük icat ve inşa edilmiş, memleket kurtulmuştur. Cenab-ı Allah aklıyla, fikriyle, kanıyla ve canıyla büyük fedakârlıklara katlanarak memleketi kurtaranlardan razı olsun.
Peki ya bugün? Bugün Kürtler bu duruma itiraz ediyorlar. Karşılarına Türkçülük yaparak mı çıkacaksınız? Kürtçülüğün cehennemine odun mu taşıyacaksınız? Dün kurtuluşu sağlayan fikir bugün ülkeyi bölüyor. Çoğunluğun, geride kalanlara kendi milliyetçiliğini yapması bölücülüğün dik âlâsı değil midir? Bu toprakların kanunudur: Türk, Türkçülük yapmaz. Kendi devletini parçalayacak, ülkesini bölecek kadar basiretsiz ve ferasetsiz olamaz. Övenlere teşekkürler; ama soyuyla sopuyla övünmek ve üstünlük taslamak benim geleneğimde yok. Bu milleti büyük yapan, birlikte yaşama sanatı konusundaki ustalığıdır. Şanlı tarihim şahittir.