Elbette değişmeyenler de var; ancak PKK ile “yeniden” başlayan müzakere sürecinin seyrini, değişenleri analize dahil etmeden kestirmek pek mümkün değil. Her şey değişti. Karşımızda bambaşka bir Türkiye var. Hem İmralı’daki hem de Kandil’deki müzakereler bu yepyeni Türkiye’de vuku buluyor. Sorunu çözmek için kullandığımız yeni araçlar ve yöntemler, değişenleri kavramak için de yol gösteriyor.
En önemlisi Türkiye’nin bir “açık toplum” haline gelmesi. Müzakereler kapalı kapılar arkasında, “devlet zırhı”nın ağırlığı altında yürütülmüyor. Her şey ortada. “Ne dolaplar dönüyor?” sorusunun bir anlamı yok. Pazarlıklar gün ışığında ve hepimizin gözü önünde yapılıyor. PKK ile “açık diplomasi” yürütülüyor. Hatta hükümet bu müzakereleri “kamu diplomasisi” ölçülerinde doğrudan toplum üzerinden yürütüyor. BDP’ye oy veren vatandaşlarımız da dahil olmak üzere masada herkesin ağırlığı var. Başbakan çağrılarını, taahhütlerini kamuoyu önünde yapıyor. Urfa’da halka hitaben yaptığı konuşmada sıraladığı çağrılar bu tutumun en son örneğiydi. Öncesinde de yine kamuoyu önünde adrese postalanmış mesajlar vermedi mi? Öcalan’ın muhatap olarak öne çıkması da, bu açıklığın eseri. Gizli servislerin aracılık ettiği, çok gizli-kapaklı toplantılar yerine açık bir adreste, İmralı’da müzakerelerin yürütülmesi ve her görüşmenin kamuoyunun bilgisine sunulması yepyeni bir durum değil mi?
Bu açıklık doğrudan devlet anlayışımızı da değiştiriyor. Bu işler gizli eller marifetiyle, mekanizmasını hiç kavrayamayacağımız yöntemlerle yürütülürdü. Bu işleri bilen tecrübeli devlet adamları olurdu. Güya onlar sorunları çözer biz de geceleri rahat uyurduk. Kangren haline gelen terör bu efsaneyi yok etti. “Derinlerde bir yerlerde devletin sahipleri var” masalının müşterisi kalmadı. Tersine bu gizli kapaklı yerlerde ülkemizin güvenliğini tehlikeye atacak, terörü azdıracak dolaplar çevrildiği ortaya çıktı. Parça parça bilgileri kamuoyuna yansıyan “casusluk soruşturması”nı doğrudan bu çerçevenin içine yerleştirmeyi deneyin. Hayalet avcısı gibi mürteci peşinde koşan ordumuzun bütün gizli bilgileri işporta tezgahına düşmüş. Teröre taşeronluk yapacak “derin devletçikler” oluşmuş. Resmî istihbarat elemanları ellerinde kamera ile cuma namazından çıkan ordu mensuplarını kayda alırken ordumuzun harekât planları yabancı devletlere pazarlanmakta imiş. Gizlilik kaydı, devletimizi düşmanlarımız karşısında korumak için değil, iktidarı ele geçirmek ve suç işlemek niyetinde olanları korumak için kullanılmış. Casusluk, gizlilik kaydı altında yürütülmüş. Devletin çivisi çıkmış. Yabancı servislerin cirit attığı, en mahrem bilgilerin pazara çıkartıldığı operasyonlarda adeta kevgire dönmüş.
Hükümetin PKK karşısında takip ettiği açıklık, devlet içine yerleşmiş bu mikrop yuvalarını da devre dışı bırakıyor. Kapalı kapılar arkasına geçme ve gizli işler çevirme yetkisi olanlardan korkunuz kalmadığı takdirde bu işi çözebilirsiniz. Açıklık, doğrudan bu korkuyu ortadan kaldırıyor. Şaibeli mühim adamların hiçbir ehemmiyeti kalmıyor.
Tabii ki PKK için aynı şeyi söyleyemeyiz. PKK, yedi kocalı Hürmüz’e benziyor. Hesap vereceği en az bir düzine devlet var. Muhatap olarak Öcalan’ın tercih edilmesi, bu yabancı ellerin müdahalesini önlediği için çok önemli.
Sonuç: Hükümet, terör gibi çok hassas bir konuda açık müzakere yürütüyor. Demek ki kararı biz verecek, sonucu biz belirleyeceğiz. Öyleyse bu açıklığa herkesin destek olması lâzım.
Türkiye’de her şey değişti. Doğru istikamette değişti. Açıklık demokrasiyi işleten büyük bir güç. Terör sorununu çözmek için şimdi bu gücü seferber ediyoruz.