Yılanın tebabetin simgesi olması, yılan zehrinin hem öldürmesi hem de şifa vermesindendir. Siyasetin dili de çataldır; çok şiddetli göründüğü zaman içinde bir yumuşaklık, çok yumuşak olduğu zaman da bir sertlik barındırır.
Açlık grevleri krizi tırmanırken Başbakan’ın kullandığı sert ifadeleri, doğrusu çözümün işareti olarak yorumlamak gerekiyormuş. Kolay değil; Türkiye aşılmaz denilen bir eşiği aştı. Bütün ezberleri bozan gelişmeler yaşanıyor. Açlık grevine gidenlerin talepleri Bakanlar Kurulu’nda görüşülüyor. Hükümet, zaten benimsediği düzenlemeleri açlık grevini sona erdirmek için gündemine alıyor. Kriz, yumuşama ile çözülüyor.
Kürt sorununda çok farklı bir boyuta geçtik. Bütün tarafların, bambaşka parametreleri olan bu aşamayı yeni boyutları ile değerlendirmesi lâzım. Önce çözümü yeniden tanımlayalım. Türkiye, bugünkü sınırları ve içinde yaşayan insanları ile tek parça halinde kalacak. Bunun tek yolu, 75 milyonun aynı şekilde birlikte yaşama iradesine sahip olmasından geçiyor. Kürt sorununun çözümü Kürtlerin bu birliğe ikna edilmesine bağlı. Millet olmak, hatırladıklarımız yanında unuttuklarımızdır. Geçmişe bir sünger çekmek ve geleceğe birbirimize omuz vererek birlikte bakmalıyız.
Türkiye doğru zamanda doğru adımlar attı. Herkes hakkı teslim etsin. Türkiye’nin birliği bir siyasî parti tarafından neredeyse tek başına temsil edildi. Ekonomik büyüme Türkiye’yi refaha taşıdı. Zenginlik, PKK’nın ayırdığı sınırları aşarak ülkenin tamamına eşit fırsatlar sundu. Bitti, battı denilen ülke tekrar toparlandı. Hem vatandaşları hem de bölgesi için cazibesi, pırıltısı çoğaldı. Ayrılığın kimseye mutluluk getirmeyeceğinin kuvvetle hissedildiği bir özgüveni yakaladık. Aklın yolu bir: Kader bizi aynı geleceğe taşıyor. Sonrası sabırla elde edilecek bir zaferden ibaret. Türkiye’nin ağır bir etnik sorunu var. Allah’tan talih ve tarih bizden yana. Bu bölgede ufalanarak kurda kuşa yem olmuş, büyük acılara katlanmış çok sayıda halk var. Ufalanma başladığı zaman sonu gelmiyor. Etnik farklılıklar, mezhep ayrılıkları ile derinleşiyor; aşiret-kabile ayrışması toplumsal barışı sağlayamamış ülkelerde yegane sığınağa dönüşüp, toplumu düşman kamplara bölmeye devam ediyor. Bölünmenin sonu yok.
Şiddet ile sadece öfke ve tepki ifade ediliyor. Zorlayarak, baskı uygulayarak birlikte yaşanmıyor. Kafa kırarak, korkutarak, sindirerek bulunabilecek bir çözüm, kendi kendimizi kandırmaktan, öfkemize kılıflar uydurmaktan ibaret. Herkes birbirinden emin olacak, birbirine güvenerek yaşayacak; devlet toplumda zaten var olan bu barışı bir siyasî ortaklığa dönüştürecek. Elimizde tek çözüm var: Barışı tesis etmek. Bunun yolu da insanlık onuruna yakışan bir siyasî-hukukî düzeni ortak bir irade ile gerçekleştirmekten geçiyor. Barışmak, savaşmaktan daha fazla cesaret gerektiriyor. En büyük cesaret ise alıştıklarımız, ezberlediklerimiz, doğru bildiklerimizle ilgili uzun soluklu bir sorgulamaya girişmek.
Kesin çözüm? Çözümden şiddetin sona ermesini anlayanlar, bunu yeniden düşünmeli. Çözüm konusunda tek ölçü ortak mutabakatı geliştirip yaygınlaştırmaktır. Şiddet, onca yılın birikimi ile kendini sürekli yeniden üretebilecek durumda. Özellikle çözüm yaklaştığında kendi ağırlığını teraziye koyabilmek için azma ihtimali de var. Çözüm, aynı zamanda şiddete direnme konusunda toplumda ortak bilincin yaygınlaşması demek. Cumhurbaşkanı, “Sorunları konuşarak, tartışarak, karşılıklı birbirimizi ikna ederek çözmenin de yolları daima mevcuttur.” diyor. Artık çözeceğimiz sorunlar, açlık grevi türünden sorunlar. Var olmayan bir sorun, bir kriz şeklinde kucağımıza düştüğü zaman sabırla çözmeye uğraşacağız. Çözdükçe mesafe alacağız.