Bu sorunun Devlet’e sorulması ve cevap beklenmesi artık anlamsız. 2007 yılından beri Devletimiz çözümü, elindeki silahlara bağlamaktan vazgeçti. Peki aynı soruyu PKK’ya sorduğumuz zaman alacağımız cevap ne?
PKK, siyasî hedeflerine silahla ulaşmaya çalışan bir örgüt. Hâlâ aynı yolda yürüdüğüne göre, silahlı çözümden vazgeçmiş değil. Vazgeçmesi mümkün mü? Yalçın Akdoğan’ın dün Yeni Şafak’ta yer alan röportajı, bu soruyu BDP’yi de içine alacak şekilde genişletmemiz gerektiğini gösteriyor. Son günlerde giriştiğimiz tartışmaların tamamı silah-şiddet ile meşruiyet arasındaki çelişkiye dair değil mi? Şiddeti meşru bir araç olarak kabul etmediğini söyleyen bir BDP milletvekilinin dokunulmazlığını, TBMM kaldırabilir mi? Bir yerinde silahın, şiddetin yer almadığı BDP’nin herhangi bir talebini veya siyasî hamlesini kim nasıl mahkûm edebilir? Silahlı mücadeleyi ve şiddeti sistematik ve kategorik olarak reddeden bir BDP’ye kimin ne lafı olabilir? Devletin derinlerinde çetelerin iş görebilmesi için PKK’nın vahşetine ihtiyaç vardı. PKK’nın Kürtleri ikna edip peşine takabilmesi için yargısız infazlara, köy boşaltmalara ihtiyaç duyması gibi. Ergenekon, Balyoz derken Derin Devlet tasfiye edildi. Bugün PKK ile baş etmeye çalışan devlet, sandıktan çıkmış demokratik bir hükümetin kontrolünde. Dün yönetemediği terörle mücadelenin hesabını veren hükümetlerin yerinde bugün her şeyin sorumlusu ve tabii yetkilisi olan bir hükümet duruyor. Halkın desteği ile siyaset yaptığı için, terör sorununu da halkın desteği ile çözmeye; kısaca Kürtleri ikna etmeye çalışıyor. Çözüm demokrasinin menziline girince her şey değişiyor. “Devlet terör örgütü ile müzakere eder mi?” “Öcalan muhatap alınır mı?” gibi itirazlar anlamını yitiriyor. Elindeki bütün araçları kullanarak terörü sona erdirmeye kararlı bir devlet iradesine halk rıza gösteriyor. Ama aynı süreç PKK için işlemiyor. PKK, kendisini var eden “silahlı çözüm”ü her hal ve şartta sürdürmeye devam ediyor.
BDP’nin içine düştüğü açmazın ve PKK yüzünden kısılıp kaldığı meşruiyet tuzağının sebebi bu durum. PKK’nın silahlı çözümden vazgeçmesi, varlık sebebinin ortadan kalkması, dolayısıyla buharlaşıp yok olması ve sahip olduğu misyonu bütünüyle legal siyasete yani BDP’ye devretmesi demek. BDP için, PKK’nın onayını ve talimatını alması ve tali bir aktör olarak varlığını sürdürmesi, anayasal düzene riayet etmesinden daha önemli. Silahlı çözüm ile BDP arasındaki sorunlu ve zorunlu ilişkiyi kuran ve BDP’nin meşruiyetini sorgulatan mekanizma işte bu şekilde işliyor. PKK’nın bütün örgütsel ilişkilerinin ve karar mekanizmalarının şeffaf bir şekilde işlediğini hayal edin. Hatta, devlet ile yapılan müzakerelerin televizyonlardan canlı yayına bağlandığını varsayın. Bu şeffaflıktan PKK’nın herhangi bir kazanç elde etmesi mümkün olur muydu? Bu şeffaflık içinde, PKK’nın silahtan vazgeçmesi ve şiddeti durdurması için bir tane makul gerekçe bulmaya çalışın. Bir tane var; ama sadece bir tane. Öteden beri müzakere edilen de zaten bu gerekçe. PKK’nın lider kadrosunun üçüncü bir ülkeye güvenli bir şekilde yerleşmesi ve militanlar için de genel bir affın sağlanması. Bu uzlaşmanın sağlanması, PKK’nın ana gövdesini devre dışı bırakacaktır. Ancak bu uzlaşmanın da nihaî çözüm olmayacağı ortada. Elindeki silahın gücünden ve lüksünden vazgeçmeyen birileri mutlaka çıkacaktır. “Çözüm silahta değil siyasette” diyen bir dönüşüme ihtiyacımız var. Bu dönüşümü BDP gerçekleştirmezse, Kürtler giderek şeffaflaşan örgütsel çelişkileri yargılamaya başlayacaklar. Başbakan, BDP üzerine düşen “silahlı çözüm” siyasetini teşhir ediyor ve Kürtleri meşruiyet arayışına zorluyor.