Demokrasinin, rektörlerin seçimle atanması kadar yanlış ve çarpık bir uygulaması olamaz. Bu uygulamanın çarpıklığı demokrasinin seçime indirgenmesinden kaynaklanıyor.
12 Eylül düzeninin hâlâ devam eden bu mirası aslında varoluş gerekçelerini de kaybetti. Gerekçe, düdüklü tencere gibi görülen üniversitelere fazla basıncı boşaltmak için bir alan açmaktı. Tepede cumhurbaşkanı, askerî vesayet düzeninin bir parçası olduğu sürece, seçimde yapılan hataları düzeltme imkânı vardı. Geçmişte, bir tek oy alan kişinin rektör olarak atandığı örnekler çok görüldü.
Demokrasinin vazgeçilmez mekanizması denetimdir. Seçimin kendisi bile, iktidarı meşru sınırlar içinde kalmaya zorlayan bir denetim aracıdır. Üniversitelerde seçimle gelen rektörler, sadece seçimle gelen derebeyleri oldular. İyi kalpli ve ahlâklı derebeyleri tebasına iyi davrandı; kötüleri ise uzun yıllar düzeltilemeyecek hasarlar bıraktı. Ve el'an bu düzen devam ediyor. Sakatlık, kamu gücünü ve kaynaklarını kullanan rektörün seçimle elde ettiği gücünü, demokrasinin diğer denge ve denetim mekanizmalarının yer almadığı bir idari ve akademik düzen içinde kullanması.
Hiçbir kamu kurumu yöneticisi, rektörlerin sahip olduğu denetimsiz yetkilere sahip değil. Süresi dolan bir doçentin profesör olabilmesi, sadece rektörün iki dudağının arasında. Akademik postlar, imkanlar ve hatta ek gelirler rektörler tarafından ulufe şeklinde dağıtılıyor. Bu aşırı gücü meşrulaştıran mekanizma ise seçim. Aslında demokratik mantıkla bakılırsa, seçimin diğer demokratik denetim araçlarını da devreye sokması lazım. Ama rektörü seçmek dışında denetim mekanizması yok.
Son olarak Cumhurbaşkanı, çok sayıda üniversiteye rektör ataması yaptı. YÖK'ün gönderdiği sıralamalar seçimlerde alınan oya göre yapılmamıştı. Cumhurbaşkanı'nın atamalarında ise hem alınan oyun, hem de YÖK'ün sıralamasının dışına çıkılan örnekler var. Yakından bildiğim örnek, bütün akademik hayatımın geçtiği Gazi Üniversitesi. YÖK, Çankaya'ya gönderdiği listede sıralamaya riayet etmedi. Cumhurbaşkanı, hem YÖK'ün listesine hem de alınan oya uymadı. Aldığı oy itibarıyla alt sıralarda yer alan ismi rektör olarak atadı. Cumhurbaşkanı'nın tercihinin makul bir açıklaması var. En çok oy alan ilk iki isim, üniversitedeki kutuplaşmanın temsilcileri olarak sivrildiler. Birbirine yakın oy alan bu iki isimden birini atamak, bir tarafın diğer taraf üzerinde tahakküm kurduğu bir yönetimi iş başına getirmek demekti. Üniversite son sekiz yılını bu kutuplaşmalar içinde enerjisini harcayarak geçirdi. Atanan ismin, bu kutuplaşmaların üzerine çıkma şansı var. Kullanabilir mi? O da kişisel özelliklerine bağlı.
Seçim sistemleri, toplumun veya kurumun kültürüne bağlı olarak kutuplaşmaları yumuşatan veya artıran etkilere sahiptir. "Aktarılabilir oy sistemi", rekabeti yumuşatan, işbirliğini ve uzlaşmayı artıran bir sistem. Bu sistemde her seçmen birden fazla tercihte, mesela üç tercihte bulunabiliyor. Oylar sayılırken, tersinden en az oy alanların elendiği ve bu oyları kullananların ikinci ve üçüncü tercihlerinin devreye girdiği bir sayım yapılıyor. Bu sistem aslında üç turlu bir seçimi, aktarılabilir oyla bir defada gerçekleştiriyor. Uzlaşmaya katkısına gelince... Adaylar, seçmenlerin ikinci veya üçüncü tercihi olabilmek için de yarıştıkları için seçmenin ilk tercihi olan adayla sert bir rekabete girmiyor. Böylece yumuşak, yapıcı ve uzlaşmaya açık bir rekabet imkanı doğmuş oluyor.
Rektörlerin seçimle iş başına gelmesi akademik özgürlükler için çok ciddi bir tehdit. Topluma ve hayata açılan, aralarında rekabete girişen üniversite düzeni bu tehdidi azaltabilir. Mevcut kapalı haliyle üniversiteler, Orta Çağ'ın skolastik medreseleri gibi bilimsel araştırmaya, eleştiriye ve eğitime uzak yapılar. Seçimle gelen derebeyleri, bu çağdışı yapıyı sürdürmekten başka bir amaca hizmet etmiyor.
Yerine bir şey konamadığı için seçim sisteminden vazgeçilemiyorsa, akademik nezaketi ve ilmî haysiyeti muhafaza etmek adına "aktarılabilir oy sistemi" ile rektörlük seçimlerinin yapılması mevcut durumun sakıncalarını azaltabilir.