Kabul edelim, iyi bir bayramdı. Unutulmazdı. 70'li yılları andıran kitlesel şiddet görüntüleri ile şimdiden hafızalarımıza kazındı.
Oğuz Kaan Salıcı'nın darbeciler gibi sahip çıktığı Cumhuriyet'in, CHP içinde derin bir çatlağa denk düştüğünü öğrenmiş olduk. Böylece alternatif Cumhuriyet kutlamalarından, CHP'nin darbeciliğine dair hararetli bir tartışma çıkartmayı başardık.
Ulus'ta polis barikatını kim kaldırdı? Alın size bir siyasî sistem tartışması. Alternatif Cumhuriyet kutlamalarından Cumhurbaşkanı'nın ve Başbakan'ın yetkilerine, başkanlık sisteminin faziletlerine dair bir sistem anlaşmazlığı ürettik. İki başlı yönetim olmazmış. İlk defa aleni olarak Cumhurbaşkanı ve Başbakan karşı karşıya gelmiş oldu.
Cumhurbaşkanlığı'ndaki resepsiyon başka ilklere sahne oldu. Devletin zirvesi ilk defa eksiksiz kadro ile ve başı kapalı eşleriyle birlikte kaynaşmış tek devlet olduğumuzu gösterme fırsatı buldu. Hepimiz Cumhuriyet'e sahip çıktık. CHP'liler sokaklara döküldü. Devlet erkânı hipodromu doldurdu. Cumhuriyet'i savunan yazılar, sözler, yeminler sıralandı.
Hepsi güzeldi. Heyecan doruktaydı. Cumhuriyet'i kutlamak ve sahip çıkmak adeta macera tadındaydı. Ama bu heyecanı yaşarken, Cumhuriyet'in bereketiyle büyüyen tartışmaları takip ederken atladığımız önemli bir şey var. Cumhuriyet'e sahip çıkmak güzel. Cumhuriyet'i korumak ve kollamak da. Ama kime karşı?
Cumhuriyet'in sahiplerini, sevenlerini, dostlarını, savunanları yeteri kadar tanıyoruz. Peki Cumhuriyet'in düşmanları kim? Ahir ömrünüzde “ben Cumhuriyet'e karşıyım” diyen birine rastladınız mı? Bir tek tane bile Cumhuriyet düşmanı tanıdınız mı? Devletin gizli servisleri seferber olsa, Cumhuriyet'i yıkmaya azmetmiş, bunun için örgütlü bir şekilde çalışan iki kişi bulup, mahkeme önüne çıkartabilir mi? Allah aşkına, hastanelerimizin psikiyatri servislerinde yatanlar arasında bile, aklıyla ve Cumhuriyet'le zoru olan bir hastaya rastlayabilir misiniz?
Önce şu konuda anlaşalım. Cumhuriyet'in tek alternatifi monarşidir. Cumhuriyet'i yıkıp yerine saltanatı getirmek kimin aklından geçebilir? Düşüncesi bile itici. Ne yani, saray dedikoduları ile mi magazin yapacağız? Damat paşaların çevirdiği dolapları mı konuşacağız? Saraya akraba olmak dışında hiçbir özelliği olmayan işe yaramaz bir aristokrasiyi sırtımızda mı taşıyacağız? Monarşiyi yücelten tek istisna hatırlıyorum. Nihal Atsız'ın “Ruh Adam” isimli romanının kahramanı, Cumhuriyet'e karşı monarşiyi savunur. Yüzbaşı Selim Pusat, Türk tarihinin derinliklerinde kaybolmuş bir Türkçüdür. Cumhuriyet'i yıkmaya ve monarşiyi getirmeye kararlıdır. Mahkeme karşısında kendisini savunurken şu gerekçeyi öne sürer: “Çünkü iyi askerler ancak monarşilerde yetişir”. Allah'tan Nihal Atsız'ın bu marjinal aforizmasına karşılık askerlerimiz Cumhuriyet'e gerçekten bağlılar. Atsız'ın roman kahramanı dışında Cumhuriyet'le problemi olan gerçek bir kişi gerçekten yok.
Peki o zaman bu gürültü neden?
Cevap Cumhuriyet'te değil, politikanın labirentlerinde saklı. Başbakan, CHP ile kedi-fare oyunu oynuyor. Kılıçdaroğlu, bu tartışmalar boyunca kalesine giren topları çıkartmaya çalışmaktan başka bir şey yapamıyor.
Cumhuriyet Bayramı nasıl kutlanırsa kutlansın, hepimizin mutlu olması ve “Yaşasın Cumhuriyet” sözünü yürekten söylemesi yeterli. Hükümetin “alternatif cumhuriyet” kutlamalarını yasaklaması yanlıştı. İsteyen istediği şekilde kutlamalı. Yeter ki maraza çıkartmasın. Ayrıca bir tarihsel sürekliliği hatırlamamız lâzım. 29 Ekim, Cumhuriyet'ten önce de İstanbul'da bayram olarak kutlanırdı. Adı, Lüfer Bayramı idi. Bana kalırsa Cumhuriyet Bayramı lüfer eşliğinde kutlanmalı. Allah'tan bu sene lüfer, Cumhuriyet Bayramı tartışmaları gibi bereketli. Boğaziçi'ndeki ışıklı gösteriler muhteşem bir Cumhuriyet sevinci oluşturuyor.
Hiç düşmanı olmayan Cumhuriyet'e sahip çıkmak bazılarına tatsız gelebilir. Ama yine de onlara nispet hep bir ağızdan söylemeliyiz: Biz Cumhuriyet'i çok seviyoruz.