Tunceli-Ovacık’ta dağda bir mağarada yakalanan 24 militanın hangi örgüte mensup olduğunu önce hiçbirimiz anlayamadık. Çünkü MKP/HKO ismini çoğumuz duymamıştık. Açılımı: Maoist Komünist Partisi/ Halkın Kurtuluş Ordusu olan bu örgütün bir benzeri Mao’nun Çin’inde bile yok.
Böyle bir örgütün varlık sebebine ve yaptığı işlere anlam vermek çok zor. Küçük bir silahlı grup, suikastlar ve bireysel şiddet eylemleri… Peki sonra? Sonrasını sadece bu marjinal örgütlerin arkasındaki derin güçler hesaplıyor. Bizim hissemize de bize biçilen rolü oynamak, yani öfke ve korku ile harekete geçmek düşüyor.
Sol örgütlerin silahlı mücadele anlayışı, Marks’ın “zor, tarihin ebesidir” lafından türetilen bir yoruma dayanıyor. Küçük bir silahlı grup ayaklanıyor; mevcut düzene karşı şiddet eylemlerine girişiyor. Bunun bir şehir gerillası, bir de kır gerillası türü var. Rivayet o ki halk, bu şiddet eylemlerinden etkileniyor ve eylemcilerin peşine takılıyor. Küçük bir grubun başlattığı eylemler bir halk ayaklanmasına dönüşüyor. PKK’nın bu yaz Şemdinli’de başlattığı alan hakimiyeti taktiği ve “devrimci halk savaşı” stratejisi bu teorinin bir pratiği idi. MKP/HKO da bu stratejiyi benimseyen bir örgüt; ama bu yöntemlerden sonuç almak pek mümkün değil. Küba devrimi gibi, dünyada sonuç almış örneklerin istisnaî özelliklerini yakından bilmek lazım. Türkiye’de tek istisna var: PKK. 1978 yılında PKK, birçok benzeri gibi MKP/HKO’dan farksız bir örgüttü. Silahı önce Kürtlere çevirdi. Aynı piyasada yer alan rakiplerinin tamamını ortadan kaldırdı. Sonra oluşturduğu şiddet tekeli ile devleti hedef aldı. Devletin sistematik hataları ile gelişti ve büyüdü. Teröre karşı izlenen güvenlikçi politikalar, tam olarak PKK’nın gelişip güçleneceği zemini oluşturdu. PKK’nın bugün sahip olduğu güç ve etkinin müsebbibi kendisi değil, devlettir. Devlet, dayattığı ve uyguladığı hukuksuzlukla çaresiz insanları zorla PKK’nın kucağına itti.
Şiddet yönteminin, kendi içinde bir mantığı ve sınırları var. Gerilla örgütlerinin kullandığı şiddetin dayandığı bir hukuk yoktur. “Savaşta her şey mubahtır” anlayışı, örgüt üzerinden gelişen bütün bireysel ve toplumsal ilişkilere egemen olur. Bu yüzden silahlı örgütlerin kitle tabanı bulması, bu hukuksuzluğun yaygınlaşması ve kabul görmesi anlamına gelir. Ama en önemlisi, şiddet araçları vazgeçilmez ve yerine başka bir şey ikame edilemez bir şekilde örgüte ve ürettiği siyasete egemen olur. Çünkü hukuka dayanmayan şiddet, kolay sürdürülen ve rakipsiz bir iktidar alanı oluşturur.
Cemil Bayık Bağdat’ta Nuri el Maliki ile görüşmüş. PKK, Suriye’deki iç savaşa Türkiye’yi de ortak edecek bir fırsat olduğunu düşünüyor. İran’dan İsrail’e kadar uzanan geniş bir coğrafyada PKK silahlı diplomasi yürütüyor. Elindeki silahın sunduğu imkanları kullanıyor. Muhatap alınanlar, iltifat görenler sivil siyasetçiler değil, elinde silah bulunan savaş ağaları. Çünkü bölge aktörlerinin, namlusu Türkiye’ye dönmüş o silahlara ihtiyacı var. PKK’nın elinde hazır olanlar gibi. Silahın bu kadar öne çıkmasının asıl sebebi, AK Parti hükümetinin Kürt sorununu bütün taraflar için bir hal yoluna sokması. Kürt sorununun çözüm yoluna girmesi, silahlı mücadelenin, Kürtlerin uğradığı haksızlıklar üzerinden sağladığı kitleselliği boşlukta bırakıyor...
Öcalan’ın muhatap alınmasını ve devreye sokulmasını bu tablo içinde bir yere yerleştirmek lâzım. Öcalan’ı yeniden bir aktör haline getirenler, Silvan saldırısı ile onu madara edenler değil; silahın gücü karşısında kendilerine bir iktidar alanı açmaya çalışan Kürt siyasetçileri. Kürt siyasetinde şiddet, iktidarını sürdürüyor. Öcalan’ın devreye girmesi, Öcalan üzerinden hem devletin hem de sivil Kürt siyasetçilerinin bu denklemi değiştirme hamlesi olarak okunmalı.