Mahir Damatlar, Ülkücü Hareket’in efsane isimlerinden biri; bana göre sonuncusu. Yaşayan fani kullar arasında, ülkücülüğü temsil kabiliyeti en yüksek düzeyde olan kişi. Bu yüzden ona “Son Ülkücü” adını takmıştım. Hayatı, pürüzsüz ve firesiz bir ahlâk numunesidir.
Onu her an Taceddin Dergahı’na yakın Gönüllerde Birlik Vakfı’nda etrafını saran gençlere millî-manevî değerleri aslına uygun şekilde telkin ederken bulabilirsiniz. Fıldır fıldır dönen zeki gözlerindeki samimiyete ve dürüstlüğe dalarak, olağanüstü bir çaba ile sesine verdiği yumuşak tonla onu saatlerce dinleyebilirsiniz. Anlattığı her şey aslına uygundur, yaşanmıştır ve doğrudur; bu dürüstlüğü hiç sorgulamadan elinizle tutuyor gibi hissedebilirsiniz.
Profesör Naci Bostancı, Türkiye’nin yüz akı aydınlarından biri. Meclis’e girmesi, fikir hayatı için büyük kayıp, siyaset için büyük kazanç oldu. O da Ülkücü Hareket’in yetiştirdiği seçkin isimlerden biridir. 12 Eylül’de sudan yere iki senesini Mamak’ta, işkence altında geçirdi. 12 Eylül’ü, sırf Naci Bostancı’ya uyguladığı zulümden dolayı yargılamak bile çok şey ifade edebilir.
Naci Bostancı ile Mahir Damatlar, birkaç gün önce Meclis’te tutanaklara geçen bir görüşme yaptılar. Naci Bostancı 12 Eylül Alt Komisyonu başkanı sıfatıyla sordu; Mahir Damatlar ise 12 Eylül’de ağır işkencelere maruz kalmış bir Mamak sakini olarak konuştu. Ben de bu görüşmeyi, yazı konusu yapıyorum. 32 yıl önce Mamak’ta hep birlikte yatarken bu sahne hangimizin aklına gelirdi?
Ülkücüler darbelerle ilgili ilk defa konuşuyorlar. “Kol kırılır yen içinde” muhabbeti yüzünden uzun süre sustular. Önce darbecilerin ipliğini pazara çıkartabilmek için, 12 Eylül 2010 referandumuna insanüstü bir destek verdiler. Bugün Mahir Damatlar’ın anlattıkları, 12 Eylül’ün ve darbecilerin çok yakından çekilmiş fotoğraflarını ve bugüne kadar gün yüzüne çıkmamış komploları ortaya çıkardığı için çok önemli. Mahir Damatlar’ın bizzat şahit olduğu, 30 Haziran 1979’da MHP’ye yapılan baskın hakkında söyledikleri üzerinde mutlaka dikkatle durulmalı. Anlatımı çok açık: 1978-80 arasını, “darbe şartlarını olgunlaştırma dönemi” olarak tanımlıyor ve iddiasını örneklerle kanıtlıyor.
“MHP baskını bizim normalde o çatışmalarda tanıdığımız, bildiğimiz bir eylem türü değildi, yani o dönem çatışmaların içerisinde büyüdük. Bir şekilde çatışılan grup silahını sıkar, mermisi bittikten sonra kaçar, giderdi polis gelecek, asker gelecek diye. Fakat MHP Genel Merkezi baskını böyle olmadı. O anı hep yaşıyorum ve caddenin karşısında dizilmiş, yüzleri maskeli, önlerinde heybe gibi şeker torbasından diyebiliriz- bir torba hepsinin şimdilerde filmlerde seyrettiğimiz işte çift silahla ateş ediyor, şarjörler boşalıyor, tekrar yeni şarjörler basıyor, tekrar ateş ediyor, bir taraftan da el bombaları patlıyor. 12 Eylül öncesinde el bombaları çok kullanılan bir silah değildi, bizim kullandığımız silah değildi, hatta komünistlerin de kullandığı silah değildi. Bugün o Ümraniye bombalarına filan baktığımızda, yani bugünkü yargılanmalara baktığımızda belki o MHP baskınını biraz daha doğru yorumlayabiliyoruz,… birileri girip bu çatışmaların dozunu artıracak, çıtayı yükseltecek, kısacası ihtilale giden yolda mesafe alınacak bir olaydı. MHP Genel Merkezi’nin basılmasında altı tane el bombası kullanıldı… Orada iki arkadaşımız şehit oldu… bu baskını yapanlar birkaç kurşun sıkıp kaçmak için gelmemişti. Burundan aşağı maskeliydiler, hepsinin saçları kısaydı… hepsinde de heybeler vardı, yedek şarjörler vardı, dakikalarca kurşun sıkıldı. Sadece ana binada yetmiş sekiz tane mermi izine rastladık…” Bu olay üzerine, Türkeş’in yaptığı açıklamayı hatırlatıyor. Türkeş, saldırıyı yapanlar için “Asker-polis karışımı bir tim” ifadesini kullanmış.
Mahir Damatlar’ın Sivas, Çorum olayları ve Mamak’ta yapılan sistematik işkencelerle ilgili şahitliği çok önemli bilgiler içeriyor.
Meclis tutanaklarından Mahir’in anlattıklarını okurken, o günlere geri gittim. Ama en önemlisi benim neslimin, bizden sonra gelenler adına bir görevi hakkıyla ifa ettiğini fark ettim. Bizler hepsini yaşadık. Şimdi hesabını görüyoruz. Darbecilerin ipliği böyle ortalığa döküldükten sonra endişeye mahal var mı?