Okullarda kıyafet serbestisi, sessiz sedasız gelmesine rağmen devrim niteliğinde bir karar.
Belki son on yıla sığan değişimlerin en büyüğü ve en anlamlısı. Bu değişimin toplumdaki karşılığının ve zihnimizdeki yansımalarının çok derin olacağını kestirmek zor değil. Bir anda toplumun görüntüsü boydan boya değişecek. Okulların başlama ve dağılma saatlerinde caddelerde-sokaklarda tek-tip değil, rengârenk kıyafetlerde ellerinde kitaplar veya çantalar olan öğrenciler göreceksiniz. Yadırgayanlar olacak ama kısa zamanda alışacaksınız. Özgürlük ve farklılık hiç olmazsa göze hitap ettiği şekilde eğitimin, yani toplumun mümeyyiz vasfı haline gelecek. Her şey tersyüz olacak. Olsun mu? Elbette olsun.
Okullarda tek-tip kıyafetin makul görünen tek sebebi vardı: Öğrenciler arasındaki sosyal sınıf farklılığını görünür olmaktan çıkartmak. Kara önlükler, kiri-pası daha az göstereceği için yakın zamana kadar ilk mekteplerin üniforması olmuştu. Bu makul gerekçenin arkasına sığınarak getirilen tek-tip kılık-kıyafet mecburiyeti, bütün ülkeyi askerî kışlaya çevirmenin ve askerî vesayet düzenine itaatkâr nesiller yetiştirmenin en pratik aracına dönüştü. Hepimiz hatırlarız: Okul idaresinin ve öğretmenlerin bizi hizaya çekmek için kullandıkları bahane hep bu tek-tip kıyafete dair kurallar olmuştur. Ceket, sadece öğretmen karşısında düğmesini iliklemek için giyilir. Kravat, sabah kapıda hışımla üzerinize gelecek olan müdür yardımcısını durdurmak içindir. Ve hepimiz kişiliğimizi, şekilden ibaret bu kurallara isyan ederek kazanmışızdır. Kravatsız okula gidip, pencereden arkadaşlarınızın attığı ile kapıdaki kontrollerden geçmek, saçma bir yasağı çiğneyip özgürlüğü tatmak demekti.
19 Mayıs Bayramı’nda stadyumdaki fon gösterilerinin kaldırıldığı haberinin tartışıldığı günlerdi. Bir ilin hayli muhafazakâr görünen Millî Eğitim müdürü, “Tamamen kaldırmasalar; hiç olmazsa birazı kalsa,” itirazına, “Neden?” sorusunu yönelttiğim zaman şu cevabı vermişti: “Biz öğrencileri nasıl düzene sokacağız?” Başta kıyafet olmak üzere, okullarda günün büyük kısmını meşgul eden kurallar ve faaliyetlerin eğitimle ve öğretimle değil; kurallara göre yaşayan disiplinli vatandaşlar yetiştirme göreviyle alâkası var. Andımız’ı, İstiklâl Marşı’nı içeriğiyle değil, herkesi hizaya sokması ve askerî düzen içinde uygun adım sınıflara yollanmaya gerekçe olmasıyla dikkate alın. Sorun şu: Kıyafet mecburiyeti kalkınca, kitlesel disiplin gösterisi olarak takdim edilen bayramlardan sonra Andımız’ın da kaldırılmasıyla ortaya çıkacak tabloyu gözünüzde canlandırın. Öğrenciler neşe içinde rengârenk kıyafetlerle okul bahçesini dolduruyorlar. Sonra zil çalınca oyunlarını, derin sohbetlerini bırakıp kendiliklerinden sınıfların yolunu tutuyorlar. Peki, geriye ne kalıyor?
Bu sorunun cevabı acı: Geriye hiçbir şey kalmıyor. Okullarda aktarılması gereken bilgilerin verildiği yerler de dershaneler değil mi? Öğrenci üzerinde hiyerarşik bir disiplin ve askerî vesayet düzenine itaatkâr vatandaşlar yetiştirmekle görevli okullar, bu görevlerini yerine getirecekleri araçlardan mahrum kalınca gerçekten ne yapacaklar? Benim önerim, okulların tamamını kapatmak ve eğitimin bütün yükünü dershanelere aktarmak. Ne dersiniz? Belki de hükümet durumun farkında. Okulların elinden disiplin araçlarını aldıktan sonra, işlevlerinin tamamını yitireceklerini bildiklerinden, vaziyetin fark edilmemesi adına dershaneleri kapatmayı tasarlıyorlar. Okullarımız, varlıklarına gerekçe oluşturan bütün sermayelerini kaybediyor. Oluşan boşluğu doldurmanın tek yolu var: Dershaneleri kapatmak değil; okulları dershanelere dönüştürmek.