“İhtiyatlı iyimserlik”, kamuoyunun genel havasını yansıtan en doğru ifade. Çok geniş bir yelpazenin iki zıt kutbu arasında iyimserliği paylaşanlar ağır basıyor.
Fethullah Gülen Hocaefendi’nin “Devlet-i Aliyye”nin aklını bu süreçte devreye sokması, yönünü tayin etmekte zorlananlar için çok önemli bir işaret. İyi adamlar, iyi niyetle iyimser bir havayı iyi insanların zihninde egemen kılıyorlar; ihtiyatlı olsa da. İhtiyatın sebebi? Elbette kötü adamlar. Bir yerlere sinmiş fırsat kollayanlar, bu iyimser havayı zehir gibi soluyanlar.
Peki kötü adamlar kimler?
Önce dışarıdaki. Bu hassas süreç boyunca doğudaki komşumuza kuvvetli bir projektör tutarak, kötü adamların çoğunu takip edebiliriz. Hakkâri’deki karakola yapılan saldırı, İranlı ve Suriyeli PKK’lıların barındığı Zap kampından geldi. Demek ki İran kötü adam rolünü süratle devreye soktu. Şu günlerde İran’da, birinin yaşı 18’in altında iki Kürt delikanlının idamı gündemde. Asılmaları, İran’ın PKK’ya kestiği ceza olarak yorumlanacak.
İçeride kötü adam rolü, CHP’nin ulusalcı kanadı ile MHP lideri arasında ortaklaşa yürütülecek. “Kötü adam” tabirini, demokratik açılımın başladığı Polis Akademisi’ndeki toplantıya katılanlar için Bahçeli’nin kullandığı “12 kötü adam” lafına göndermede bulunarak kullanıyorum. Aslında Ulusalcıların ve MHP’nin yeni sürece itirazları ve eleştirileri siyasî yelpaze adına bir sağlık-sıhhat işareti. Çünkü PKK-BDP cephesi gülü sonuca ulaşmak için bu dikenlere katlanmak zorunda. Türkiye kimse için dikensiz gül bahçesi değil. Ancak başka bir sorun var. Bahçeli “kötü adam” rolüne, Yeşilçam filmlerinin bile kaldıramayacağı derinlikte bir entrika ekliyor ve belden aşağı vuruyor. “Siz İmralı ile görüşürseniz, ben de Başbuğ ile görüşürüm” sözü iki farklı açıdan netameli. Birincisi, Kürt sorununun çözümüne askerî vesayet tehdidi ile engel olmak. İkincisi ise Türkiye’de genelkurmay başkanlığı yapmış bir orgenerali, Öcalan ile eşit düzeye yerleştirmek. Başbuğ’u mu yerin dibine batırıyor, Öcalan’ı mı yüceltiyor? Sizce hangisi?
Önceki gün Elazığ’da eski dostlarla beraberdim. Gençlik yıllarımızda şiirlerini ezberlediğimiz, 70’li yılların şiddet kokan cangılına direnecek gücü mısralarından aldığımız Ahmet Tevfik Ozan; ömrü mücadele ve çile içinde geçmiş Raif Çiçek ve bu mübarek şehrin derin aklını bilge kişiliğinde toplayan İrfan Sönmez. Bu üç büyük isim Türkiye’nin milliyetçi irfanını ve reflekslerini en pürüzsüz şekilde temsil ederler. 40 yıla varan dostluğun sıcaklığında, Türkiye’nin içinden geçtiği kritik sürecin muhabbetini yaptık. Gençliğimizde bu tür muhabbetlere “mavra” derdik. Bugünün mavra konusu, “Öcalan’ın heykelini nereye dikeceğiz?” sorusu. Bir de küçük bir ayrıntı var: Heykel tunçtan mı yoksa mermerden mi olsun?
Kısaca Türkiye çözüme hazır. Rüzgârlar çözümden yana esiyor. Kötü adamlara karşı ihtiyatlı olmak doğru; ama korkmak için bir sebep yok. Sadece onları ve akıllarından geçenleri yakından tanıyalım, bilelim. Bizim devlet-i âliyyemiz saf akıl ve öngörü idi. Eskiler buna “hikmet-i hükümet” derdi. Artık bu akıl devrede ve Türkiye, bu aklın arkasında sıkı bir şekilde duruyor.
Kötü adamları durdurmanın yolu, onları hep nazarda tutmaktır. Bingöl’deki, Reşadiye’deki ve son olarak Silvan’daki gibi süreci baltalamaya yönelik bir provokasyonu veya sabotajı engellemenin en etkili yolu: Bu tür eylemlerin süreci etkilemeyeceğini bir ortak payda olarak kabul etmek. Kabul ederseniz caydırırsınız. Evet, kötü adamlara rağmen ihtiyatlı bir iyimserlik içindeyiz. Bu iyimserliği artırmak adına -paşalık rütbesi tartışması geride kaldığına göre- şimdi Öcalan’ın heykelini nereye dikeceğimizi tartışmaya başlayabiliriz.