Normal işleyen bir zihinle baktığınız zaman anlamak nerdeyse imkânsız.
Bir yandan cenazeler iki tarafa da geliyor. PKK boş durmuyor. Müzakerelerin başladığına veya başlayacağına dair silahlara yansıyan hiçbir işaret yok. Medya, terör olaylarını, doğru biçimde abartmadan ve duygu sömürüsü yapmadan veriyor. Ancak bu duygusal hafifletme, hassas kesimlerin yükünü ağırlaştırıyor. Daha önce cami avlularını miting alanına çevirenlerin ve sloganlarla sokaklara dökülenlerin üzerindeki basınç artıyor.
Cezaevlerindeki açlık grevleri bugün itibarıyla 42. gününe girdi. Belli ki PKK-BDP cephesi bir şeyler anlatmaya çalışıyor. Ama ne mesajın insanî içeriğini anlamak, ne de mesajın yerine ulaşması ile murad edileni hasıl etmek imkânsız. “Açlık grevlerini ancak Öcalan durdurabilir” önermesinin “buyursun durdursun” dışında bir karşılık görmesini kim bekleyebilir? Her gün şehit cenazesi gelirken, cezaevlerinde büyüyen bu trajediye toplumun genelinden insanî bir tepki beklemek mümkün mü? Açlık grevleri ölümlerle sürerse PKK’nın elinde patlayan bir bombaya ve müzakereyi güçleştiren duygusal bir engele dönüşecek.
Terör sorununun çözümünden anlaşılan herkes için farklı. Bu yüzden müzakereye yüklenen anlamlar ve beklenen sonuçlar da taraflara göre değişiyor. Sonucu belirleyecek çok sayıda aktör var. Bu aktörlerin hepsi müzakere masasının altında, üstünde veya suflör olarak gerilerde bir yerlerde. PKK, elinden ayağından iplerle birden fazla yere kendini bağlamış durumda. Davranışları kestirilemeyen ve iradesi kendi kontrolünde olmayan bir örgüt ile karşı karşıyayız. Bugüne kadar Silvan saldırısına bir açıklama getiremeyen bir örgütle neyin pazarlığı yapılabilir?
Müzakere masasında karşımızda İran, Suriye başta olmak üzere bir yığın muhatap var. Kandil’in bir yamacı İran’a doğru uzanıyor. Suriye varlık-yokluk arasında gidip gelirken, PKK’dan vazgeçemez. Başka ülkeler, başka hesaplarla bu müzakerelerin içindeler. PKK’da 70’lerin Soğuk Savaş militanı Duran Kalkan’ın hesabı ile gücünü İmralı’ya sadakatinden alan Karayılan’ı aynı kefeye koymak zor. Bu kefenin yanına, çok çapraşık ve edilgen bir dil kullanan BDP’nin iki arada bir derede kalmış politikacılarını yerleştirmek de öyle. Kürt siyaseti içinden yükselen farklı seslerin rengi ise apayrı bir konu. Hükümet, İmralı ve Kandil’i muhatap alarak, PKK’yı masaya oturmaya mecbur bıraktı. Müzakere sürecinin kendisi, silahlı mücadelenin anlamını sakatladı. Masanın diğer ucunda PKK ile birlikte yer alan aktörlerin hareket alanını daralttı. Bu tarafta, Ergenekon’un tasfiyesinden sonra, sadece -PKK’nın tabiri ile- AK Parti devleti kaldı. Müzakere sürecinin deşifre edilmesi, karanlıkta iş görenleri zora soktu. Müzakereler başladı mı? Silahlar neden susmuyor? Gerçek durum ne? Bu sorulara doğru cevaplar bulmak çok zor. Öyleyse şeffaflığa ihtiyacımız var. Muhatap sorunu aşıldığı için, devletin kaybedecek bir şeyi yok. Şeffaflık, PKK’yı ve terörü kullananları zora sokar. Her şeyin açık bir şekilde konuşulması ve kamuoyu baskısının iki taraflı olarak devreye girmesi lâzım. Sonrasında hiçbir tevile yer bırakmayacak şekilde. Son iki yıldır keskin bir viraj aşıldı. PKK, “vur-kal” taktiği olarak nitelediği alan hakimiyeti hedefini başaramadı. “Devrimci Halk Savaşı” stratejisi çöktü. PKK kendisine faydası olmayan anlamsız şiddeti kimin için üretiyor? Açlık grevi talimatını kim verdi? Çözümden kim ne anlıyor?
Kimse hayale kapılmasın. Bu işin, İskender’in kördüğümü kılıcıyla kesmesi türünden kesin bir çözümü yok. Çok fazla soru, çok fazla şüphe var; dolayısıyla güvensizlik ve endişe ortalıkta kol geziyor. Herkes karanlık dehlizde duran kördüğümü çözmek için elindeki kılıca güveniyor. Oysa kördüğüm olan bizim ellerimiz, bedenlerimiz ve yüreklerimiz. Bu gerçeğin görülebilmesi için hepimizin aydınlığa ihtiyacı var. Öyleyse bu sefer her şeyin kamuoyunun önünde yapılması lâzım. Saklayacak gizli hesapları ve ilişkileri olanlar dışında, şeffaflığın kime ne zararı dokunur?
Bu sefer şeffaflık. Yüksek beklentileri ve derin hayal kırıklığını engelleyecek olan da bu. Açlık grevleri ile başlayalım.