Diyarbakır’da bir zırhlı polis aracı, yüzleri poşuyla sarılı ellerinde molotof kokteyli veya taş olan eylemcilere anons yapıyor: “Abdullah Öcalan açlık grevlerini sona erdirin demiş.
Eylemlerinize son verin!” İnanılmaz bir manzara. İmralı’ya gitmek için İstanbul’dan bir koster geliyor ve devletimiz faturası ödenmediği için görüşmeye kapattığı kırmızı telefon hattını yeniden görüşmeye açıyor. Sonra herkes soruyor: Kim kazandı?
Şemdinli’de pusuya düşen beş askerimizle, açlık grevlerinin -hem de Öcalan’ın talimatı ile- sona ermesi arasında bir ilişki kurup, yangına benzinle gitmek pekâlâ mümkün. Ama doğru değil. Çünkü “kim kazandı?” sorusunun doğru açılımı “Devlet mi, PKK mı?” değil; “PKK-BDP içinde kim kazandı?” şeklinde olmalı.
Kürtlerin derin aklını ve vicdanını ciddiye almalıyız. Gaziantep’te kundaktaki bebeği katleden bomba, bu vicdanı yaraladı. Şemdinli’de engelli bir çocuğun olay yerinde, bir diğerinin hemen arkasından hayatını kaybettiği patlama sonrasında PKK’ya karşı kepenk kapatma eylemi yapan ilçe halkının tepkisi, işte bu vicdanın kanıtıydı. Kürt mahallesinde manzara öfke ile bakanların göremeyeceği kadar karmaşık. Bu yüzden “kim kazandı?” sorusuna bölgede yaşayan Kürtlere özgü acıyla, vicdanla ve gelecek endişeleri ile herc ü merc olan siyaset aynasından bakmamız lâzım. Açlık grevleri, tetiğe dokunmak için bahane arayan dağdaki PKK şefleri ile, şiddeti reddetmeden başka alternatifleri de devreye sokmaya çalışan ovadaki KCK efradı arasında bilek güreşiydi. Ovadakilerin gücü azdı ve ölümüne bir kumar oynayarak devletin ferasetine güvendiler. Devlet bu mesajı aldı, gereğini yerine getirdi ve kaybeden isteri krizine girmiş gibi gözü kandan başka bir şey göremeyen ve bütün sermayesini “devrimci halk savaşı”na bağlayan dağdaki savaş ağaları oldu. Öcalan’ın devreye girmesi, ovadakilerin Kandil’e karşı elini güçlendiren bir gelişme. Bunu sağlayan ise Türkiye Cumhuriyeti Devleti. Devlet, ilk defa açlık grevi gibi pasif direnişçi bir eylemle dile getirilen talepleri -kısmen- kabul ederek, şiddet dışı yöntemlere bir meşruiyet alanı açmış oldu. Açlık grevleri, Kürt kamuoyunun önünde sahnelenen bir tiyatroydu. Dağdakiler devletin haşinliğine, ovadakiler ise basiretine güvenerek oyunu oynadılar. Sonuç: Devlet basiretli davrandı; ovadakilerin kazanmasına yardımcı oldu.
Kürt siyasetinin fay kırıkları çok fazla. Elimizde kalın bir defter var. Biteviye yazıyoruz. Son noktayı hayal etmek, bugün için imkânsız. Bu imkânsızlık aklınıza gelebilecek bütün ihtimaller için geçerli. Türklerle Kürtlerin tek millet olduğunu ve aynı devletin sahibi sıfatıyla gelecekte yaşamaya kararlı olduklarını kanıtlamaktan başka çare yok. Kürtlerin bu devlet olmadan bir gelecekleri yok. Geriye kalan nüfusun da Kürtler olmadan parlak bir gelecek umutları bulunmuyor. Millet olmak, hatırladıklarımız yanında unuttuklarımızdır. Unutacaklarımız ise yakın tarih içinde sıcacık duruyor.
Bülent Arınç’ın “lütfen son verin” çağrısı doğruydu. Başbakan’ın idamı gündeme getirmesinin taktik bir savunma olduğunu sanıyorum herkes anladı. Büyükşehir Yasası pek gürültü çıkartmadan geçti. Anadilde savunma hakkı keşke kuşa dönüştürülmeden çıkabilse. Anadilde eğitim hakkı, tartışma gündeminden çıkartılsa ne kaybederiz? Allah’a şükür, vicdanlarımız hâlâ bir. Topyekûn bütün ülkenin kazanacağı alternatifler o kadar çok ki. Kim kazandı? Herkesin merak ettiği cevap: Devlet hiçbir şey kaybetmedi.