Kürtler “kardeşiz” sözünü şüpheyle karşılıyor ve çoğunlukla içi kof bir retorik olduğunu düşünüyorlar. Haklılar. Kardeşlik hukuku Türkiye’de uzun süre işlemedi. Kürtler Kürt oldukları için, yani farklı bir dil konuştukları için ayırıma tabi tutuldular, en önemlisi yok sayıldılar.
Kardeşleri onlara sahip çıkmadı. Onların hukukunu savunmadı. Bugün bile “daha fazlasını isterler” diye, temel haklar konusundaki ilerlemelere karşı çıkan “kardeşleri” var.
“Kardeşlik”, aileden, dost ilişkilerinden siyasete taşındığı zaman bambaşka bir anlam kazanır. Fransız İhtilali’nin üç temel prensibinden biri “fraternité”, yani kardeşliktir. Bu deyim, milleti koca bir aile olarak gören milliyetçiliği sıcak biçimde karşılamaktadır. Bizde “natioanalism” kelimesi, söz dağarcığımıza önce “uhuvvet-i siyasiye” yani “siyasî kardeşlik” olarak girmiştir. Bu kullanım, milliyetçiliğin anlamına ve maksadına uygundur.
“Kürtler bizim kardeşimiz mi?” -ve öbür taraftaki karşılığı- “Türkler bizim kardeşimiz mi?” şeklinde sorulan soyut sorunun karşılığı pek iç açıcı değil. Bireysel, toplumsal ilişkilerimizde hâlâ sorun yok. Kapısını çaldığınız komşunuzun, birlikte yan yana çalıştığınız mesai arkadaşınızın, alışveriş yaptığınız dükkân sahibinin, kız alıp verdiğiniz hısımınızın etnik kökeni sizin için hâlâ alt sıralarda önem taşıyorsa sorun sadece siyasetle sınırlı demektir. Çok açık olarak ifade edelim: Devlet üzerinden kurduğumuz bütün ilişkiler sorunlu. Devletin bir yerde müdahil olduğu, bir yerlerde durduğu, mevzusunun geçtiği her ilişkide sorun patlak veriyor. Devlet dediğimiz devasa varlık benim Kürtlerle kardeşliğimi tahrip ediyor. Özetle siyasî kardeşlik işlemiyor.
İzmir’de birlikte katıldığımız bir toplantıda Orhan Miroğlu, “kardeşlik” üzerinden Pan-Kürdizm’in geleceği hakkında gerçekçi analizler yaptı. Kuzey Irak’taki Kürdistan Özerk Bölgesi almış başını gidiyor. Petrol gelirlerinden gelen yıllık olarak 40 milyar dolar civarında bir serveti, 5 milyonluk nüfusa –adil bir şekilde olmasa da- dağıtan bir yönetim var. Kuzey Iraklı Kürt, “dört parçayı birleştirelim” diyen Türkiyeli Kürt’e dönüp şunu söylüyor: “Tamam biz kardeşiz ama ortak değiliz.” Kuzey Irak’a gidip gelen Kürtlerin, özellikle orada üniversite okuyan Kürt gençlerinin hayal kırıklıkları arkasında da Miroğlu’nun işaret ettiği bu ayırım yer alıyor. Pan-Kürdizm, kardeşlikten bir ortaklık çıkartmak anlamına geliyor. Peki mümkün mü?
Kardeşlik ve ortaklık arasındaki amansız farklılık Kürt sorununun geleceğini belirleyecek iki ayrı kulvarı ifade ediyor. Kardeşlik zor zamanda belli olur. Bireysel hayatınızdan hatırlayın. Kardeşinizin başına bir iş gelmediği sürece herkes kendi hayatında didinir durur. Başı derde girdiğinde ise imdada ilk yetişenler kardeşler olur. Kürtlerin yaklaşık yüz yıldır başı, bulundukları ülkelerdeki ulus-devletlerle dertte. Kürt milliyetçiliği bu dertlerle büyüdü, gelişti; rüşdünü ispatlama kaygısına düştü. Şimdi, ortaklık gibi hayatın zorluklarıyla dolu bir alanla yüzleşiyor.
Kürtlerle Türkler arasındaki kardeşlik yara aldı. Devletin haşinliği bir bıçak gibi araya girip kardeşleri ayırdı. Devletin resmî ideojisi ne durumda? Atatürkçülükten, Kürt sorununu çözecek bir işareti neden kimse çıkartamıyor? Devletin, Cumhuriyet’in başından beri üzerine titreyerek geliştirdiği kurumların tamamı Kürt sorunu karşısında iflas edip, bütün sermayelerini tüketmediler mi? Kardeşliği, bireysel ilişkiler dışında kim sürdürüyor? Kürtlerle Türkleri yekdiğerine bağlayan Bediüzzaman’ın ve Mevlânâ Halid-i Bağdadî’nin oluşturduğu gelenek dışında ne var? Türkiye’yi tek parça halinde tutan, AK Parti dışında siyasî bir kurum mevcut mu?
Geride ortaklık kalıyor. Hepimiz bu ülkede yaşayacağız; çocuklarımız ve torunlarımız ayaklarını aynı topraklara basarak geleceklerini arayacak. Kardeşliğin üzerindeki kiri-pası temizlerken bu ortaklığı ve gerektirdiği karşılıklı saygı ve güveni birlikte inşa etmemiz lâzım. Kardeşlik için söz yeterli, ortaklık için anayasa gibi bir sözleşme lâzım.