28 Şubat soruşturmasının Karadayı’ya uzanması, artık kanıksadığımız gündemlerin tekrarı gibi. Niye? Çünkü bir genelkurmay başkanı halen tutuklu.
Generallerin ifadelerinin alınması, hatta tutuklanması artık vaka-i adiyeden kabul ediliyor. Yargı, ayırım gözetmeden işini yapıyor. Yine de, Karadayı olayında bir “yenilik” var. Bu “yenilik” hepimizin gözü önünde devreye girdi. Çevik Bir, Karadayı’yı ihbar etti. İhbarını ısrarla tekrarladı. Savcılığa yazılı başvuruda bile bulundu. Bu yüzden Karadayı’nın yargı karşısına çıkması soruşturmanın normal süreci içinde değil, “içerden” bir müdahale ile vuku buldu.
Çevik Bir, 28 Şubat sürecinde sahnede görünen bir numaralı isimdi. Sahnedekiler ile sahne gerisindekiler arasında ayırım yapmak, o dönem için anlamsız. Hatırlayalım: 28 Şubat süreci o kadar güçlü ve sürükleyici geldi ki, ilgili ilgisiz bütün iktidar sahipleri parsa kapmak için bu darbeye sahip çıktı. “Bin yıl sürecek” özgüveni, “şecaat arz eden merd-i Kıptileri” çoğalttı. Kanunsuzluk ve suç hiçbir dönemde bu kadar alenî marifet postuna bürünmedi. Büyük sermayeden medyaya, üniversitelerden meslek kuruluşlarına kadar uzanan geniş yelpazede, en ön safta gaza gelenler ve yağıp gürleyenler askerler olduğu için, akıllarda en çok onlar kaldı. Ahlâkî bir sorgulamaya girişip “28 Şubat sürecinde kimin payı daha fazladır?” diye sorup, bir gazete genel yayın yönetmeni ile Çevik Bir’i mukayese etseniz, tartışmasız birincisi öne çıkar. Söz konusu ceza kanunu olunca, biri sermayenin, diğeri devletin gücünü kullandığı için sadece sevk maddeleri farklı oluyor.
28 Şubat sürecini devletin zirvesine yakın bir yerde takip ettim. Karadayı, sürecin aslî mimarlarından biri değildi. Sebebi, bu kadar entrikayı ve düzeneği kuracak yetenek ve donanımda olmamasıydı. Ona verilen rol, Refah-Yol hükümetini markaja almak ve özellikle Erbakan’ı yumuşatarak sert tepkiler vermesine engel olmaktı. O günlerde sıcağı sıcağına rahmetli Erbakan’dan dinlemiştim. Erbakan’ın Karadayı’yı Başbakanlık binasının kapısına kadar geçirdiği günün ertesiydi. Karadayı ona uzun uzun, ortaokulu bitirene kadar beş vakit namaz kıldığını anlatmış. Olağanüstü parlak bir zekâya sahip olan Erbakan’ın kör bir noktası vardı. Karadayı’nın sözlerine güvenmiş ve askerlerin çizgiyi aşmayacağına inanmıştı. Karadayı kendisine verilen rolü yerine getirmiş, hükümeti ikna ederek darbe süreci için gerekli zamanı kazanmıştı. O dönemde benim savunduğum öneri, yüksek komuta kademesinin tamamını emekliye sevk eden bir kararnamenin Köşk’e gönderilmesiydi. Demirel’in bu kararnameyi imzalamayacağını biliyordum. Ama yine de darbeciler açığa düşecek ve hükümet irade gösterisi yapmış olacaktı. 28 Şubat’ın 18 maddelik MGK kararlarını imzalamak da dahil olmak üzere, hükümeti kararsızlığa ve pasifliğe iten olaylar büyük ölçüde Karadayı’nın yürüttüğü diplomasinin eseridir. Karadayı’ya yüklenecek asıl suç, karargâhında suç işlenmesine engel olamamasıdır. Daha öte bir isnat, Karadayı’nın cürmünü aşar.
28 Şubat süreci, ordu içinde kişisel iktidar kavgasına zemin oluşturdu. Yurtdışı görevlerde, masa başındaki işlerde temayüz etmiş “salon subayı” ile Güneydoğu’da dağ-tepe dolaşmış “savaşçı subay” bu kavgada karşı karşıya geldi. Çevik Bir birinci grubu, Hasan Kundakçı ikinci grubu temsil ediyordu. 28 Şubat sürecinde ordu içinde, dolayısıyla devlet içindeki iktidar savaşını Çevik Bir’in şahsında birinci grup kazandı.
Askerlik mesleği sıkı bir disiplin ve keskin bir hiyerarşi ile ifa edilir ve bir ordunun savaşma yeteneği personelin dayanışmasına ve birbirine güvenmesine dayanır. En temel ahlakî ilkelerden biri de, ispiyonculuğu reddetmektir. Gördüğünüz gibi 28 Şubat, bütün değerleri ve kişileri ile iflas etmiş vaziyette. Meğer askerimizin üzerinde ne kadar ağır bir yük varmış.