Medyada çok sayıda “müzakere” haberleri ve analizleri yer alıyor. Ağırlıklı olarak umut dolu yorumlar yapılıyor.
Açık toplumun faydalarını, bu yorumlara yansıyan birikimde, ufukta ve en önemlisi umutlarda görmek mümkün. Toplum bütünüyle, Devlet’in İmralı’da yürüttüğü müzakerelere destek veriyor. İnce ayar bir işi, gazete köşelerinde, TV stüdyolarında kotarıyoruz. Allah var farklı görüşler bile olgun bir kıvamda dile getiriliyor. Hem Kılıçdaroğlu’nun açtığı “kredi” hem de Başbakan’ın karşılığında çektiği “ayar” bile çözüm odaklı. Başbakan, Kılıçdaroğlu’na “katkıda bulunacaksan eleştiri yap” demiş oluyor. Çünkü MİT müsteşarının, İmralı’da müzakere yürütürken masaya koymak için CHP’nin itirazlarına ihtiyacı var.
Mesele enine boyuna tartışılıyor. Hepimizin ortak amacı, bu ülkede huzurun tesisine katkıda bulunmak. Gözden kaçan bir şey var mı? Evet, bu sürecin en önemli aktörü olan İran. İran’ı hesaba katmadan barışa ulaşamayız. İki ihtimal var: PKK içinde süreci baltalayacak olanlar, İran’ın tevdi ettiği görevi yerine getirecek. Veya, barışa direnenler İran’dan yüz bulamadıkları için razı olacaklar. Peki bugün İran tam olarak nerede duruyor? Terör sorunundan daha büyük bir sorun olarak ve Ağrı Dağı kadar yüksek bir engel olarak tam önümüzde duruyor. İran, başladığı tarihten 1990’ların başına kadar PKK terörüne destek verdi. Sonra 2011’e kadar bu desteği askıya aldı. 2011’de PKK’nın İran’daki uzantısı PJAK’la İran ordusu sert bir çatışmanın içine girmişken, kriz uzlaşma ile çözüldü. Son olarak 2012 baharıyla birlikte Şemdinli kırsalında PKK’nın alan hakimiyeti sağlamak üzere başlattığı topyekûn savaşta, İran’daki Şehidan kampı lojistik üs olarak kullanıldı. Bugün İran, PKK faktörünü bölgesel bir enstrüman olarak kullanıyor. Sivil Kürt siyaseti, açlık grevleri ile Öcalan’ı yeniden “önder” koltuğuna oturttu. Çünkü, onlara göz açtırmayan silahlı güçleri ancak Öcalan’la dengelemek mümkündü. PKK’nın İran tesirinde kalmayacak tek aktörü Öcalan. Terör sorununun çözümü, ancak İran etkisi devre dışı kaldığı takdirde mümkün olduğuna göre, Öcalan’ın “başmüzakereci” sıfatı belirleyici nitelikte. Kürt ulusalcılığının da bir “millilik” sorunu var. İran’a eklemlenmiş bir Kürt siyaseti, Kürtler için “millî” veya “yerli” olabilir mi?
1977 yılında rahmetli Alparslan Türkeş’ten “eğitimciler” grubu olarak bir seminer dinlemiştim. Türkeş, bir tarih profesörü dikkati ve bilgisi ile, Türk-İran ilişkilerini özetlemiş ve sonucu “Bizim gerçek düşmanımız Sovyetler Birliği değil; İran’dır” diye bağlamıştı. İran’ın Türkiye’deki propaganda gücü o kadar yüksek ki, bazı milliyetçi gazetelerde bile doğrudan İran propagandasına rastlayabilirsiniz. MHP liderinin, İran’la PKK arasındaki bağlantıyı bilmemesi mümkün mü? Marjinal sol örgütlerin bugün, Suriye üzerinden İran politikalarını savunmaları tesadüf olabilir mi? İçeride “mürteci avı”na çıkan 28 Şubatçıların dışarıda İran’ın dahil olduğu “Avrusya” eksenine yönelmelerinin mutlaka bir açıklaması olmalıydı. Silivri’deki “Mustafa Kemal’in askerleri”nin günlük yayın organı, hâlâ İran’ın sesi olarak yayın yapıyor. Tam olarak bugünlerde Ortadoğu’da yepyeni bir mimarî ortaya çıkıyor. ABD, Irak’ı İran’a altın tepsi içinde hediye etti; oyun henüz bitmedi ama diğer tarafta Suriye, İran için uzatmaları oynuyor.
Sonuç: Mesele İmralı’dan ibaret değil. Türkiye, Öcalan’la umut dolu bir müzakere, İran’la kanlı bıçaklı bir mücadele yürütüyor. Asıl muharebeler Bağdat’ta ve Şam’da vuku buluyor. Türkiye, İran’a rağmen terör sorununu çözmeye uğraşıyor. Şu İran Genelkurmay başkanının ses tonuyla “Patriot’ların Türkiye’de ne işi var?” diyenlerin bir de İmralı’daki müzakereler hakkında söylediklerine kulak vermeyi deneyin.