Başbakan'ın siyaset stilini hepimiz öğrendik.
Bugüne kadar tutturamadığı bir hedef olmadı. Attığını vurmasının en önemli sırrı, zamanlama konusunda çok sağlam sezgilere sahip olmasında. Hareketli hedeflere atış yapan avcılar çok iyi bilirler. Doğru nişan almanız kadar tetiğe basacağınız an da çok önemlidir.
Erdoğan'ın yeni anayasa yapım sürecinde üstleneceği inisiyatife dair kafasında bir zamanlama olduğu belli. Sivil toplum çok hareketli bir anayasa tartışması yürütürken o kenarda durmayı tercih ediyor. Sadece "galiba Başbakan yeni anayasa konusunda çok istekli değil" düşüncesinin topluma yerleşmesini engelleyecek kadar müdahil olmakla yetiniyor. Geçen yılın ekim ayından beri ilk defa geçen ay, anayasa konusunu gündeme aldı. Meclis'in inisiyatifine ve yürüyen takvime işaret etti. Önceki gün "Anayasanın dili" toplantısında biraz daha kitabın ortasından konuşarak tavrını aşikâr etti. Erdoğan, şu an yürütülen çalışmalara "azamî müşterek" arayışı olarak yaklaşıyor. Bu arayışta samimi ve ısrarlı olacaklarını, ama başaramazlarsa "asgari müşterekler" etrafında uzlaşma masasında kim kalırsa onunla bir anayasa yapacaklarını ilan ediyor. Bu sözlerin arkasında anayasa konusunda samimi ve kararlı bir lider duruyor.
AK Parti anayasayı yapmak zorunda. Başarısızlığı, on yıl boyunca adım adım inşa ettiği muhteşem mimariyi yerle bir eder. Başbakan, anayasa yapım sürecinde AK Parti olarak öne çıkmayı, lokomotif görevi üstlenmeyi değil sadece sonuç almayı hedefliyor. Yeter ki ortaya bir anayasa çıksın, başarının şerefini paylaşmaya hazır.
AK Parti'nin inşa ettiği yeni Türkiye, -Başbakan'ın kendi tabiriyle- "faniler"in omzunda duruyor. Anayasa başarılırsa yeni bir sistemin üzerinde duracak. Dün Star'daki köşesinde yeni anayasa yapmaktan öte "sistem değişikliği"ne işaret eden Osman Can haklı. Bugün eski sistem yeni aktörlerle sürdürülüyor. Fani aktörler değişirse sistem asli sahiplerine rücu edecek.
Anayasa yapmanın çok farklı anlamları var. Anayasa yapmak üzere yuvarlak bir masanın etrafına oturduğumuz zaman bile çok şey değişiyor. Kutuplaşmaya, kavgaya eğilimli siyaset tarzımıza birden uzlaşmanın dili egemen oluyor. Takip ettiğim bu tartışmalarda kritik anayasal sorunların çözülüp geride kaldığına şahit oluyorum. Vatandaşlık tanımı bunlardan biri. Anayasayı kavgayı ve düşmanlığı sürdürmek ve oradan devlete vazife çıkartmak yerine, barış içinde bir arada yaşamanın aracına dönüştürdüğünüz zaman birçok sorun kendiliğinden çözülüyor. Siyasal alan ağır sorunlar altında malûl, devlet içindeki iktidar rekabeti kıyıcı bir savaş olarak sürüyorsa hiçbir anayasa derdinize çare olamaz. Herkesin haddini ve hududunu bildiği, güç ve heybet yerine hukukun egemen olduğu, uzlaşma ve barış içinde bir arada yaşama eğiliminin baskın olduğu bir toplumda ise zaten anayasaya gerek kalmaz. 367 tartışması, 10. ve 42. madde değişikliklerinin Anayasa Mahkemesi tarafından iptalini, vasiler ortalıkta dolaşırken hangi anayasa engelleyebilirdi?
Askerî vesayet düzeninin sel suları gibi çekildiği siyasî alan üzerinde CHP'nin yeni şartlara uyum sağlaması lâzım. Anayasa CHP'ye rağmen yapılabilir. CHP'ye rağmen başarılmış bir anayasa, AK Parti için bir eksikliktir. Ama CHP için, kendisini uzun süre toparlayamayacağı bir felakettir. CHP durumun farkında, bu yüzden anayasa yapım sürecini bir fırsata dönüştürmeye çalışıyor. Kürt sorununun ateşi düştüğü takdirde, çorbada tuzu bulunacak bir BDP de, yeni anayasadan kazançlı çıkacaktır. MHP'nin de "Türk devletinin aslî sahibi" sıfatıyla, bu çemberin içinde kalması gerekir.
Biz sadece bir anayasa yapmıyoruz. Siyasî kültürümüzü, sistemimizi, algılarımızı, iş görme biçimimizi, birbirimize bakışımızı ve birlikte yaşama kurallarımızı değiştiriyoruz. Kendini bu yeni şartlara uyduramayan yok olmaya mahkûm. Hiç kimse uymazsa ve anayasa başarılamazsa, yaşayacağımız ortak felakete bahane üretmenin hiçbir değeri olmayacak. Başbakan'ın geri planda durmayı tercih eden stratejisi, yeni anayasanın önünü açan ve herkesi rol üstlenmeye davet eden bir tutum. Israrımız asgari müşterekler olmalı; masada herkes bulunmalı.