Tartışılan konu, BDP milletvekillerinin PKK militanları ile Şemdinli kırsalında buluşmaları ve kucaklaşmalarından ibaret. MHP, dokunulmazlık dosyaları gündeme gelen BDP’li milletvekillerini “kan dökenlerle kucaklaşanlar” şeklinde tanımlayarak, bu durumu yalın bir şekilde ifade etmiş oluyor.
Bugün “gizli” yapılacak AK Parti grup toplantısında bu konu konuşulacak. Muhtemelen farklı düşünen milletvekilleri uyarılacak ve parti disiplini sağlanacak. Toplantının gizli yapılması bile, amacı göstermek için yeterli. Hassas bir konu, meraklı gözlerden uzak tartışılacak ve parti disiplini sağlanacak. CHP ve MHP’nin tutumu belli; demek ki dokunulmazlıkların akıbeti AK Parti’nin bu grup toplantısında belirlenecek.
Ancak anayasanın açık bir hükmü var. 83. maddenin son fıkrası, dokunulmazlıklar konusunda siyasî parti gruplarında “görüşme yapılamaz ve karar alınamaz” hükmünü getiriyor. Hukuk kuralları toplumda hak ve nesafet duygusunu kuvvetlendirmek zorundadır. Sayıca çok olmak her zaman bir güçtür. Hukuk bir şekilde ele geçirilmiş bu gücü başkalarının hakkını da korumak üzere frenlemek içindir. Demokrasilerin en temel görevi ise, hiçbir zaman çoğunluk olma ihtimali bulunmayan sayısal azınlıkların hakkını ve hukukunu korumaktır. Anayasalar öncelikle bunun içindir; evrensel olarak tanınan insan hakları bu yüzden bir ülkenin iç hukukuna bırakılmaz. Meclis çoğunluğu her an aralarında uzlaşıp muhalefetteki azınlığı yok etmeye kalkabilir. O zaman 83. maddeyi “görüşme bile yapılamaz, karar bile alınamaz” şeklinde okumamız ve evrensel hukukun sayıca az olanların temsilcilerini korunmasına dair ince bir hassasiyet olarak yorumlamamız gerekir.
AK Parti Diyarbakır milletvekili Galip Ensarioğlu, bu konuda “başkasının hukuku”nu savunmak adına cengaverler gibi öne atıldı. Telefonda bana şunu söyledi: “Ben görüşlerine katılmadığım kişinin özgürlüklerini sonuna kadar savunmakla mükellefim. Aksi takdirde bu ülkede barış içinde birlikte yaşamayı onlardan talep edemem.” Ensarioğlu’nun muhakemesi evrensel hukukun mantığına dayanıyor. Elimizdeki bütün araçlar buna hizmet için var: Hukuk, siyaset hatta devletin varlık sebebi, farklı olanların birlikte yaşamasını sağlamaktır. Devlet kalkıp, “farklı olanı bir arada yaşatmak yerine, farklılıkları yok etmek daha kestirme bir yol” diyebilir ve ortalığı dikensiz gül bahçesine çevirmek adına herkesi birbirine benzetmeye teşebbüs edebilir. Peki sonuç? İnsanların mutluluğu başta olmak üzere her türlü zenginlikten vazgeçmek kaydıyla barışı sağlamak kağıt üzerinde mümkün. Ya gerçek hayatta? Tecrübelerimiz mümkün olmadığını gösteriyor.
BDP’li milletvekillerinin, omuzlarında Keleşler asılı PKK militanları ile kucaklaşmaları mide bulandıran bir manzaraydı. Kucaklaşmak, meşruiyet tanımak gibi sembolik anlamlar yüklüydü. Sonuçta kendi meşruiyetleri yara aldı. Bırakın Türkiye’nin geri kalanını, onlara oy verenlerin bile bu tabloyu onaylamadığı ortadaydı. Nitekim PKK şefleri bile Kandil’den bu kucaklaşma sahnesini onaylamadıklarını açıklayıp, kucaklaşanları eleştirdiler. Neden? Toplumdan gelen tepki yüzünden.
Bir hukukî ihtilafı çözmüyoruz; Kürt sorununun çözümü ve terörle mücadele konusunda bir tercihte bulunuyoruz. Bulunduğunuz tercih ise, siyasete tanıdığınız alanın sınırlarına dair. “Geniş mi olsun, yoksa dar mı?”. Siyasete tanıdığımız alanı, yine siyasî bir kararla genişletmek veya mevcut haliyle muhafaza etmek üzereyiz. Ancak asıl yanlış, bu işin çoğunluk oyları ile demokratik bir şekilde yapılmasında. Bu dosyalar zaten savcılıkta. Bugün AK Parti grubundan çıkacak kararla, demokrasiyi nasıl işlettiğimize dair bir sınavdan geçmiş olacağız.