Milliyetçilik tarih hakkında bir yoruma ve bu yorumdan bugüne dair çıkartılan pratiklere dayanır. Çünkü millet, belirli bir tarihî süreç ve dinamiklerle oluşur.
“Böylece hayatı ve hayat tecrübesi birbirinden farklı fakat kendi içinde benzerlikler gösteren topluluklar birer millet teşkil ederler. Millet için hayat denince tarihi, hayat tecrübesi denince de kültürü anlıyoruz. Dilimizin kaynağı eskilerdedir; dinimizin kaynağı eskilerdedir; soyumuzun kaynağı eskilerdedir.” Bu satırlar Erol Güngör'e ait. Erol Güngör'ün kapsamlı bir şekilde formüle ettiği kültür milliyetçiliği adeta tarihe açılan bir kapıdır. Bu kapıdan girip öğrenmeniz ve yorumlamanız gereken çok şey vardır. Çünkü milliyetçilik bir “tarih şuuru”dur. Emek verip öğrenmeden ve anlamadan tarihten alacağınız şuur olamaz.
Türk milliyetçiliğinin değişmeyecek referansı Ziya Gökalp'tir. Gökalp milleti, aynı kültürü paylaşan topluluk olarak tarif eder. Bu yüzden milliyetçi ideolojinin sağlam bir geleneğe yaslanan, homojen ve tutarlı yegane yorumu kültür milliyetçiliğidir. Ziya Gökalp'in evrensel ile yerel arasında yaptığı “medeniyet ve hars (kültür)” ayırımı, Türk milliyetçiliğinin adeta çatal kazığını oluşturur. Türk milliyetçilerinin davası millî kültürü korumak ve yaşatmaktır. Böyle olunca kültür milliyetçiliğini, Batı'dan gelen yozlaştırıcı etkilere karşı bir savunma hamlesi olarak nitelemek doğru olacaktır. Bu yüzden milliyetçiliğin uzun tarihi boyunca ana meselesi Batılılaşma meselesi olmuştur. Ziya Gökalp'in makul bir denge içinde bir araya getirdiği “Türkleşmek, İslâmlaşmak ve Muasırlaşmak” formülü, oluşturduğu sağlam geleneğin devamında Erol Güngör'de “Türk kültürü, İslâm inancı ve Batı bilimi” arasında bir senteze dönüşür.
Peki o zaman milliyetçiliğin merkezinde yer alan “kültür” kavramı ne anlama gelmektedir? Bu sorunun cevabını Ziya Gökalp'in başlattığı bu derin geleneğin günümüzde yaşayan son temsilcisi olan Nevzat Kösoğlu'dan aktaralım: “Kültür, bir milletin yaşama biçimidir bütünüyle. Maddî ve manevî aklınıza gelen bütün unsurları onun içerisine katın, onların oluşturduğu bir yaşama biçimi vardır; o kültürdür. Maddî ve manevî unsurlar derken, dil, din, mimarî, aynı vatana sahip olmak, aynı devletin bayrağı altında yaşamak, geçmiş zamanlardan beri ortak bir tarihi paylaşmak, ortak ülküleri benimsemek, aynı heyecanları taşımak, aynı musikiye sahip olmak, aynı yemeklere, aynı damak zevkine sahip olmak, ortak inançlar… Bütün bu ortaklıklar, bir milleti millet yapan unsurların toplamıdır ve millî kültürü meydana getirirler. Bu yapıya sahip olan topluluğa da millet denir.” (Nevzat Kösoğlu, Türk Olmak, ya da Olmamak, Ötüken, İstanbul, 2005, s.8 vd.)
Milliyetçilik tarihe açılan bir kapıdır ve bu kapıdan girince zengin bir kültür dünyası serilir önünüze. Sizi var eden değerleri yaşatma çabası başlı başına bir dava ve ideolojik program demektir. Bu kapıdan girdiğiniz zaman diliniz, edebiyatınız ve sanatınız bambaşka bir renkte ve kompozisyonda bir araya gelir.
Sorumuz şu olmalı: Bugün ortalığı kasıp kavuran milliyetçilik tartışmaları ile bu zengin fikir birikimi arasında zayıf da olsa bir bağ kurmayı başarabilir misiniz? Irkçılığın, kafatasçılığın, ötekileştirmenin ötesinde oluşan bu milliyetçi fikir mirası şimdi nerede? Yukarıdaki tanımları, kavramlaştırmaları Kürt sorununa uyarlamak bile rahat bir nefes almaya vesile olmaz mı? Milliyetçi dediğimiz kişi ortak paydaları geliştiren ve sağlamlaştıran adam değil midir? Kürt sorununu kültür sorunu olarak görmek, millet vasfına katkı sağlamaz mı? Kendisini milliyetçi olarak tanımlayanların bir cevabı var mı?
“Son Ülkücü” annesini kaybetti; cenazesi bugün Yozgat'ta kaldırılacak. 70'lerde asıl çileyi analarımız çekti. Bu yüzden en çok çile çekenimizin ve çektirenimizin acısı, hepimizin ortak acısıdır. Allah rahmet eylesin, hakkını ödeyemeyiz.