"Bu dalgalarda ülke boğulur" sözü, Başbakan'ın 28 Şubat soruşturmasına şaşırtıcı bir müdahalesi olarak kayıtlara geçti.
4. dalga gözaltılara bakıp "bunlar toplumun huzurunu kaçırıyor" diyerek, normal şartlarda Kılıçdaroğlu'na uygun düşecek bir itirazı dile getiriyor. Bu sözde bir keramet aramalı mıyız? Galiba bu sorunun cevabı, Ömer Şahin'in dünkü Radikal'de bir araştırmayı özetleyen haber-analizinde var. MetroPOLL'ün 27 ilde yaptığı "darbe araştırması", Başbakan'ın "frene basın" çağrısına bir açıklama getiriyor.
Toplumun yüzde 17,1'i açıkça darbeleri onaylıyor. Yüzde 79,1 nispetinde "onaylamam" diyenleri öne sürüp bardağa dolu tarafından bakmak, sadece bir yanılsamaya yol açar. Yüzde 17,1'lik darbeci oranı çok yüksek. "28 Şubat darbesinin yargılanmasını doğru ve gerekli buluyor musunuz?" sorusuna verilen yüzde 27,5'lik "bulmuyorum" cevabı ise şaşırtıcı derecede fazla. Toplumun yaklaşık olarak dörtte birlik oranının darbelere ciddi bir muhalefeti yok. Bu oran bir demokratik ülke için hazmedilemeyecek kadar yüksek. Peki, Başbakan'ın 28 Şubat soruşturmasının kapsamının genişletilmesi ile bu araştırma bulgularının gösterdiği gerçek arasında mantıksal bir bağ kurulabilir mi? Bu araştırma olmasa bile, Başbakan'ın toplumun bu tür kırılgan konularda nabzını düzenli olarak tuttuğu biliniyor. Demek ki Başbakan'ın politika belirlerken bu bilgilere sahip olduğunu varsayabiliriz.
Peki, darbeyle barışık bu dörtte birlik oran ile Başbakan'ın "dalgalar toplumun huzurunu kaçırıyor" sözü arasında bir sebep-sonuç ilişkisi kurabilir miyiz? Bir ilişki var; ama mekanik ve yüzeysel değil. Galiba kritik kelime "toplum". Başbakan, soruşturmaya itiraz ederken "toplumun huzuru"nu referans gösteriyor. Demek ki darbecileri, devlet içindeki iktidar ilişkisini, askerin pozisyonunu, soruşturmanın hukukî seyrini değil toplumun eğilimlerini takip ediyor. Peki, toplumun eğilimlerinde ne görüyor?
Toplumu referans alarak 28 Şubat soruşturmasının kapsamının genişlemesine itiraz edebilmek için, toplumdaki güvensizliği ve endişeyi fark etmek lâzım. Darbe soruşturmasına mesafeli duranlar veya darbeleri onaylayanlar aslında darbeci değiller; Türkiye'deki iktidar denkleminde kendilerini korumasız görenler. Doğrudan AK Parti iktidarını kendi varlıkları için bir tehdit olarak algılayanlar. Darbe desteği darbecilik değil, AK Parti iktidarına mesafe koyma çabası. Demokrasi, kural olarak muhafazakâr partileri iktidara getirdiği için, demokrasi de onlar için bir soruna dönüşüyor. Eskiden darbe tehdidi, hatta teorik olarak darbe ihtimali bile devlet içindeki iktidar rekabetini dengeliyordu. Darbe ihtimali, iktidarı frenlediği için, AK Parti'ye uzak bu kesimler kendilerini güvende hissediyordu. Bu ihtimalin bütünüyle ortadan kalkması, askerî vesayet düzeninin geri dönülmeyecek biçimde tasfiyesi artık bu kesimlerde korunaksız kalma duygusuna yol açtı. 28 Şubat soruşturması söz konusu olduğunda daha fazlası da var.
28 Şubat darbesi toplumun sivil kesimlerini darbe sürecine dâhil eden bir operasyondu. Adeta bugünün darbe yanlısı yüzde 17'si, yüzde 83'lük çoğunluğa karşı topyekûn bir kalkışma ile iktidarı ele geçirmişlerdi. O dönemin STK'larını, üniversitesini, medyasını, sermaye kesimlerini ve siyasî aktörlerini bu kalkışma içinde teşhis etmek mümkün. Azınlık, askeri kullanarak çoğunluğun elinden iktidarı aldı. Şimdi bu azınlık rövanştan korkuyor.
Başbakan'ın "toplumun huzuru" ile kastettiği şey, işte bu kesimlerin endişeleri ve korkuları. Toplumun yüzde 17'sini teskin etmek ve onlara güven vermek önemli mi? Elbette önemli. Yüzde 17'yi demokratik güvencelerin dışında bırakamazsınız. Peki, yargıya müdahale mi? Hayır. Bu mesaj, kendisini yeni oluşmakta olan düzenin dışında hisseden toplum kesimlerini, yani geçmişin elitlerini rahatlatma ve teskin etme amacı taşıyor. Kısaca bir toplumsal barış arayışı. Siyasî akıl, etkili şekilde siyasî barış mesajı veriyor. Peki yargı? Herkes üzerine düşeni yapacak.