Birileri rahatsız, hem de çok rahatsız. Terörün yükünden kurtulmuş bir Türkiye, İran’ın ve İsrail’in kâbusuna dönüşmez mi? Başımızın dertten kurtulmasını istemeyenler şimdi de şunu mu demek istiyor? “Madem Kürt sorununu çözüyorsunuz, buyurun size Alevî sorunu.”
Geçtiğimiz ayın sonlarında İstanbul Gültepe’de Alevî vatandaşlara ait on evin işaretlenmesi, kazanın fokurdadığını gösteren basit bir ayrıntı sadece. Bu evleri işaretleyen kişinin DHKP-C üyesi çıkması, şeytanın bile bu kadar aceleye gelemeyeceğini gösteriyor. Nedir bu telaş? Avukatların ön planda olduğu DHKP-C’ye yönelik operasyonun durup dururken yapılmadığı ortada. Demek ki örgütte bir eylemlilik var ve örgüt, Alevîliği öteden beri marjinallikten kurtulmak için maske olarak kullanıyor. CHP’den İstanbul Adliyesi’ne koşuşturan milletvekilleri hangi nitelikleri ile tanınıyorlar? CHP içinde “sol” kimlik mezhep aidiyeti ile, “ulusalcı” kimlik ise geleneksel tek parti kafasıyla örtüşmüyor mu? Tartışmalar tırmanmasa Kılıçdaroğlu durup dururken “ulusalcı” olduğunu ilan etmek zorunda kalır mıydı? Paris’teki üçlü cinayet için İmralı’dan gelen “İkinci Dersim katliamı” yorumu üzerinde PKK kanadı hiç durmadı. Öldürülenlerin Alevî kökeni önemli bir unsur olmasaydı, Öcalan Dersim hatırlatması yapar mıydı? Paris cinayetlerinin PKK içindeki bir iktidar mücadelesinin eseri olduğu kesinleşiyor. Kimin kime karşı eylemi? Galiba bu sorunun cevabını verirken fahiş bir hata yapıyoruz. Bir de tersinden düşünelim. Barış umudu hep yükseldiğinde Reşadiye benzeri provokatif eylemler hep Dersim bölgesindeki gruplardan gelmedi mi? PKK, bu eylemlerin “kontrol dışı gruplar”ın marifeti olduğunu açıklamadı mı? PKK içindeki güç rekabetinin hep mezhep ayrılığı ile örtüşmesi tesadüf müydü? Öbür taraftan PKK içindeki müzakere yanlısı gruplar sütten çıkmış ak kaşık mı? Bu gruplar örgüt içi infaz kararı verip uygulayamaz mı? Hemen herkes Paris cinayetlerinin müzakere sürecini baltalamak için işlendiğini söylüyor. Peki, neden ortaya çıkan sonuç tam tersi oluyor? Müzakere süreci baltalandı mı, tersine kuvvetlendi mi?
Türkiye’nin Kürt sorunu derin bir sorun; ama Alevî sorunu daha da hassas ve kırılgan. İkisinin çapraz fay kırıkları gibi kesiştiği, Dersim katliamı ile bilincimize kazınan alanda Türkiye’nin en derin yarası duruyor. Nesilden nesle aktarılan bir yara bu; siyasî sonuçlarının olması, bir basınç alanı oluşturması kaçınılmaz. Bu yüzden kolay kaşınıyor ve mutlaka derin izler bırakıyor. Sivas’ı, Gazi Mahallesi’ni unutmak mümkün mü? Emniyet Genel Müdürlüğü’nün Meclis Darbe Komisyonu’na gönderdiği Başbağlar katliamı raporu, dışarıdan yapılan tezgâhın röntgenini veriyor. Gazi Mahallesi olayları 28 Şubat iddianamesine girerse ve bütün detayları ile ortaya çıkarsa kimse şaşırmasın. Şablon değişmiyor: Kaos peşinde koşanların elindeki silahlar hep Alevîleri hedef alıyor. Türkiye’nin Alevî sorunu, yanlış anlamalara müsait hassas bir sorun. “Kürt sorunundan bir terör sorunu çıktı; Alevî sorunundan çıkmadı mı?” diye sorduğunuz zaman Alevî düşmanı olmakla, Alevîliği terörle eş tutmakta itham edilme riskiniz büyük. Alevîlik dünyanın en barışçı inançlarından biri. Ve terör söz konusu olduğu zaman hep Alevîler mazlum oluyor. Darbe projelerinin vazgeçilmez figürlerinden biri nedense hep Alevî önderlerine suikast düzenlemek olmuyor mu? Peki neden terörle iştigal eden marjinal sol örgütler hep Alevî kimliği ile piyasa yapıyorlar? Alevî inancı nasıl oluyor da, yabancı servislere taşeronluk yapan bu marjinal örgütlerin alamet-i farikası olarak kullanılıyor? Sınır komşularımızdan birinde tezgâhlanan bir Alevî provokasyonunun bütün işaretleri ortada. Hepimiz derin bir nefes alıp, sakin ve soğukkanlı tedbir düşünmeliyiz.