Ramazan'ın ilk gününe, nefis muhasebesi daha çok yakışır.Profesör unvanı ile 12 yılı geride bırakmış bir siyaset bilimciyim. Okuyup öğrendiklerime gözlemlerimi, biraz da hayat tecrübemi ilave edip yedi yıldır bu köşede analizler yapıyorum.
Kimi iddialı, kimi mütevazı hükümler veriyorum, öngörülerde bulunuyorum. Farklı bir yere düştüğümde aynı işi yapanlara bakıp kendi kendime "ben niye böyle düşünüyorum?" diye soruyorum.
Siyaset tutku ile yapılan sürükleyici bir meslek. Siyaseti takip edenler de kendini kaptırıp aynı heyecanı hisseder. Kendinizi bulacağınız, ifade edeceğiniz; üstelik etkileyebileceğiniz bir alan. Sahne kalabalık, kafa yoracak çok ayrıntı var; üstelik oyuncular size dönüp "ne düşünüyorsun?" diye soruyor. Allah'a şükür demokrasi var, oyun sürekli sizin düşüncelerinize göre yeniden yazılıyor.
Atlanılan şeyin, iri ve ağır kavramların, büyük siyasî olayların altında kaybolan insanın duygu dünyası olduğunu düşünüyorum. Bu oyun birlikte oynanıyorsa ve bu üstelik o kadar karmaşıksa, o insanî tepkileri dikkate almadan siyaset denen tiyatroyu yorumlayamaz, doğru yönetemezsiniz. Siyaset benim duygu dünyama girebildiği ölçüde sahici ve ikna edici. Beyaz bir renktir, dokunup hissedebilir; beyazın tonlarından şekiller hayal edebilirsiniz. Şeffaflık ise arkada benim gerçekten görmek istediğim bir şey duruyorsa anlamlı. AK Parti son on yılı beyaz renge boyamaya çalıştı; CHP ise arkasına seyirlik bir nesne koymadan şeffaflık arayışında.
Benim gibi gençliğini Yenidoğan'ın, ortasından gürül gürül lağım akan sokaklarında geçirmiş birini, TOKİ'lerin "yanlış" bir proje olduğuna ikna edemezsiniz. Sigara bir kenara teneffüste esrar içen sıra arkadaşlarınızla Çinçin Koleji'nde okuduysanız, çocuğunuzu vereceğiniz okulda ve öğretmenlerde bambaşka nitelikler ararsınız. Dindarlığı da, muhafazakârlığı da siyasetten önce başka bir yerde bulursunuz.
Markar Esayan "gündelik hayat" diyerek bu alana yaklaşmayı başaran ve aradığını bulan ender kalemlerden biri. Toplumun karşılanmayı bekleyen "gündelik" ihtiyaçları var. "Gündelik" ama geçici değil; her güne sığan ve ilk sıraya yerleşen ihtiyaçlar bunlar. Peki siyaset ne için? Hayat kadar önemli ve anlamlı bu ihtiyaçları karşılayamıyorsa siyaset ne işe yarar?
Dindarlığı içsel bir motivasyon olmaktan önce, hayatı sevdiklerinizle birlikte kutsayarak koruyan bir çeper olarak düşünün. Bir tek örnek üzerinden gidelim. Çocuğunuzun sağlıklı, dengeli, size saygılı, başarılı biri olarak yetişmesini bu dindarlık çeperi kadar güçlü şekilde koruyabilecek başka bir alternatifiniz var mı? Eğer devlet iktidarı zorba bir laiklik yorumu ile bu insanî ihtiyacınıza engel oluyorsa, gündelik hayat bütün cesametiyle siyasete hakim olacak ve hiçbir güç karşısında duramayacaktır. Sonunda devlet terbiye edilecek, gündelik hayat kendi doğal mecrasını bulacaktır. İkinci adım, bu sefer devlet iktidarının bu gündelik hayatı topluma dayatmasıdır. Dindarlığa karşı duran devlet hizaya çekildikten sonra bu sefer yeni efendisinin emrinde dindar bir nesil yetiştirmeye girişirse devlet imkânları ve gücü hayatı biçimlendirmeye kalkarsa? Birincisi toplumun siyaseti biçimlendirmesi; ikincisi ise siyasetin topluma biçim vermesi. Birincisinde dindarlık siyasete muhafazakârlığı dayatıyor; ikincisinde ise muhafazakâr siyaset topluma dindarlığı empoze ediyor. Cevap ise bütün totaliter projelerin başına gelenle aynı. Devlet eliyle bireylerin dünyasını inşa edemezsiniz. Ancak kendi tercihlerine vücut verecek bir özgürlük alanı oluşturabilirsiniz.
Sorunu çözecek olan da yine gündelik hayatın tabiatı. Devlet eliyle empoze edilecek dindarlığın hiçbir cazibesi yok. Dün toplum, dindarane duygularla devletin araladığı kapıyı sonuna kadar zorladı ve imam hatipler etrafında kenetlenerek kendi gündelik hayatına sahip çıktı. Bugün devlet, imam hatipler üzerinden o kenetlenen insanlara ulaşmaya ve gündelik hayata biçim vermeye çalışıyor. Başarabilir mi?
Karşınızda TOKİ'lerde büyüyen bir nesil duruyor. Toplum artık şeffaf bir kristalden bakıp sadece beyazı değil, eleğimsağmanın bütün renklerini görüyor.