Antik çağdan günümüze kadar geçen tarihi zaman içersinde, her kavmin kendine lider olarak kabul ettiği önemli kişiler olmuştur.
Antik Mısır'dan başlayıp, Antik Yunana kadar uzanan ordan da, Ortaçağ kültüründe ki, imparatorluklara, krallıklara kadar sürmüş ve en sonunda da sanayi devrimi sonucu, bu sistemlerin sonunu hazırlayan gelişmelerin yaşanmasıyla, günümüze kadar farklı boyut kazanarak devam edegelmiştir.
Burada ki mesele; kralların, imparatorların, varoluşları değil, onların liderlikten ayrı, üstün vasıflara sahip oldukları inancı, bazı kültürlerde, yarı Tanrı olarak görülmelerine, bazılarında ise direkt Tanrı görülmelerine neden olmuştur.
Antik çağda; kralların Tanrı gibi görüldüğü kabul edilen kültürlerin çoğu, Yunan dilinde Mezopotamya denilen, Fırat ve Dicle arasındaki, o zamanın en verimli toprakları olarak kabul edilen yerde gelişmişlerdir.
Bu bölgede çok Tanrı'lı kültürler olarak, sırasıyla; Sümerler, Akadlar, Babil ve Asurlular gibi köklü uygarlıkların yaşamış oldukları, arkeolojik kazılar neticesinde ortaya çıkmış olup, özellikle mitolojik olağan üstü güçlerin hakim olduğu bir inanç sisteminin var olduğu kabul edilmektedir.
Öyle ki; buradaki halk Tanrılar'ı için yapay tepelerde Ziggurat dediğimiz tapınaklar inşa etmişler, inandıkları Tanrılar'ına kurban gibi bir takım ritüeller uygulamışlardır.
Sümerler'in çivi yazısını icad etmelerinden sonra, bu kültürler hızla gelişmiş, daha sonraki yüzyıllarda Anadolu'ya oradan da Yunan uygarlığına kadar uzanmıştır.
Anadolu'da Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde, İslam dininin etkisine rağmen kısmen de olsa padişah ve saray ahalisinde buna özentinin olduğu bazı uygulamalardan anlaşılmaktadır.
Fakat uygulamanın en edebi şekliyle Yunan(Grek)Uygarlığında görüldüğü ortaya konulan eserlerden bilinmektedir.
Burda tarihi gelişimi kısaca geçip, sizleri tarihin o esrarengiz ve mitolojik havasıyla çok fazla yormak istemem. Zira mitolojiye geçersek eğer, her bir kültüre bir kitap ayırmamız gerekir ki o da şu anki konumuz değil.
Tekrar konumuza dönecek olursak,
Tarih içersinde, gücü elinde bulunduran her toplumda, her kültürde, yönetim kademesinde olan kişilerin, bazen bu karşı konulamaz güçlerinin, kendilerine tanrı tarafından verilmiş üstün yeteneklerden değil de, sanki kendileri tanrıymış gibi hareket etmelerinin en önemli sebebi; girdikleri savaş ya da farklı siyasi mücadelelerden, zaferle ayrılmaları sonucunda oluşan güçle birlikte, tatmin edilemez egolarının bir tezahürü olarak görmek pek de yadsınamaz bir gerçekliktir aslında...
Bu güç insanı inandığı değerlerden eder.
Önceleri tapındığı ilahını bırakıp, elde ettiği güce tapar.
Arkasından gelen, güç aşığı, sorgulamadan itaat ve tavaf kültürüyle beyni işgal edilmiş kitleler için, bir nevi yarı Tanrı olmuş olur.
Artık önü alınamaz bu güç, bir canavara dönüşmüştür.
Kendi gibi; olmayana, düşünmeyene, hareket etmeyene, tahakküm uygulamaya başlar.
Bu baskılar çekilmez hal alınca, etrafındaki biatcı kitlelerden bile kopuşlar artar ve en nihayetinde de, bir bumerang silahı gibi dönüp dolaşıp kendini vurur ki bu da, Tanrılaşmanın insan suretindeki sonu olur.
Bu sonlar tarih boyunca görüldüğünden, dillere pelesenk olan o söz çıkar "Tarih tekerrürden ibarettir."
Halbu ki ibret alınsa tekerrür eder mi?
Sevgiyle kalın...
12.04.2019
Yavuz Yıldızbaş
yildizbasyavuz@gmail.com