HÜR HABER / HABER MERKEZİ
RÖPORTAJ: HAZAL PALAVAR
YSK'nın verdiği İstanbul seçimlerinin yenilenme kararı, CHP'nin itirazları, ülkedeki kutuplaşma, Abdullah Öcalan'ın 8 yıl sonra avukatları ile görüşmesi, ‘367 kararı', Doğu Akdeniz'de yaşanan sondaj meselesi, ABD-İran arasındaki yükselen gerilim…
Con Sınov ile gündem ve dünyaya yönelik birkaç haberi ele aldık.
Ülkedeki ötekileştirme, kutuplaştırma adeta çığır açmış durumda. Sizin de bu konuyla ilgili bir tweetiniz vardı. Bu kutuplaşma sizce nerede patlak verdi? Biraz anlatır mısınız?
Benim tezime göre Türkiye'nin en karanlık tabloyu yaşayabilmesi için kutuplaşmanın artması ve milli birliğin yerlere düşmesi gerekiyor.
Türkiye ancak bu sayede büyük tehlikeler yaşayabilir. Bunu bilen düşmanlarımız da ülkemizdeki kutuplaşmanın artmasını bekleyecektir. Hatta bunun için bir takım roller üstleniyor olabilirler. Geldiğimiz noktada kutuplaşma artmış ve milli birlik endeksimiz düşmüştür.
Sizce, bu kutuplaşma önce nerede başladı?
Gezi olaylarında başladı. Belki ondan önce de belli miktarda vardı ama zararsızdı. Her insanın vücudunda tümörlü hücreler bulunur ama hayati risk teşkil etmez. Mesela 2009 yılında TEKEL işçi eylemleri oldu. Epey de sürdü. Ama onu hatırlamıyoruz. Gezi'yi hatırlıyoruz. Çünkü kutuplaşma orada başladı. Muhalifler Gezi'de toplandı. İktidar da cevap olarak meydanlarda toplandı.
''YENİKAPI MİTİNGİNDEN AMERİKA'DA BAZI ODAKLAR RAHATSIZ OLDU''
Gezi eylemcileri meydanlarda çapulcu, terörist, ateist, dış güçlerin tetikçileri, Vandal vb. şekilde nitelendi. Sonuca baktığımızda Gezi olayları bittiğinde iktidardan nefret eden muhalif bir kitle ve Gezi eylemcilerinden nefret eden, onları memleket için tehdit gören iktidar yanlısı topluluklar gördük. Böylece iktidar ve muhalif kesimler arasına husumet girdi. Daha sonra bu husumet tedricen arttı. 17-25'te muhalifler iktidarı suçladı, iktidar da muhalifleri yine memleket karşıtlığıyla suçladı. 2015 seçimlerinde bu tırmanış sürdü. 15 Temmuz'da bu gerilim nispeten hafifledi. Mesela Yenikapı Mitinginde üç lideri gördük. Bu önemli bir hadiseydi. Belki samimi değildi, zoraki idi ama yine de önemliydi. Ben şunu net söyleyebilirim. Yenikapı Mitingi olduğunda Amerika'da bazı odaklar çok rahatsız olmuştur. Bu manzarayı yok etmek istemişlerdir.
Bu manzarayı yok etme olayı sizce referandum ile mi gerçekleşti?
Evet, başkanlık referandumu ülkeyi bir kez daha böldü. Siyasi FETÖ'ye girişilmemesi ihtilaf oluşturdu. ‘Hayır' oyu verenlerin gayri-milli olduğu yönünde beyanlar işittik. Yani Yenikapı'nın zoraki ve yapmacık olan havası, her şeye rağmen olumluydu ama çabuk söndü. Son olarak 31 Mart seçimlerinden sonra özellikle Kılıçdaroğlu'nun şehit cenazesinde saldırıya uğraması ve seçimlerin yenilenmesi kararıyla birlikte bana göre kutuplaşma zirve yaptı. Milli birlik ise belki de en düşük seviyeyi görmüş durumda.
İstanbul seçimlerinin yenilenmesinin gerekçesinin bir önemi olmadığını söylemiştiniz. İktidar ve muhalefet arasındaki psikolojik ilişkide yabancılaşma seviyesinin yükseldiğini ve ülkemizin çok sorunlu bir dönemden geçtiğini de dile getirmiştiniz. Bunlar FETÖ, PYD, S-400, F-35 gibi… Bu konuyu biraz daha açar mısınız?
Seçimler yenilendi. Bu realite. İstersek sabaha kadar konuşalım, tartışalım. Manasız. Çünkü iktidar bu kararın sonuna dek arkasında durur. Muhalefet de bu kararı ölümüne eleştirir. Peki, bunları sıyırıp özüne bakarsak, karar hakkaniyetli mi? Bana kalırsa değil. Hukukçu olarak söylüyorum bunu.
Türkiye'nin en tecrübeli ve işinde zirvede olan kimseler de bunu söylüyor. Sonuç olarak kutuplaşma zirve yapmış durumda. Dış politikada fırtınalı bir hava varken bizim içeride kutuplaşıyor olmamız çok tehlikeli. Terliyiz. Rüzgârlı havada koşuyoruz. Durumumuz buna benziyor.
CHP, İstanbul'daki ilçe seçimlerinin yanı sıra 24 Haziran Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerinin iptali için de YSK'ya başvurdu. Gerekçe olarak da CHP Genel Başkan Yardımcısı Muharrem Erkek 24 Haziran'da seçimlerinde de Türkiye genelinde on binlerce kamu görevlisi olmayan kişinin sandık başında görev yaptığını dile getirdi. Siz bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce 24 Haziran Cumhurbaşkanlığı seçimleri iptal olmalı mı? Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın da mazbatası alınmalı mı?
Bu yolla gidersek 1946 seçimlerine kadar uzanırız. Türk demokrasi tarihinin en anti-demokratik seçimi 1946 seçimleridir. Ve iptal edilmemiştir.
İmralı F Tipi Kapalı Cezaevi'nde bulunan Abdullah Öcalan'ın 2 Mayıs 2019 tarihinde avukatıyla görüştü. Erdoğan konuyla ilgili olarak "Çözüm süreci diye bir şey söz konusu değil" açıklamasında bulundu. Sizce, 8 yıldır izin verilmeyen avukatlarla görüşmenin önünü açarak hedeflenen olay nedir?
Tuhaf bir durum… Bir defa görüşme iznini kim verdi? O çok önemli. İznin verilmesinden Beştepe'nin haberi var mıydı? Eğer yok idiyse o vakit başka bir noktaya gider konu. Şayet varsa, buna rağmen çözüm süreci söz konusu değil deniyorsa. O zaman daha başka bir görünüm ortaya çıkar. Bir süre bekleyip araziyi izlemek gerekiyor. Belirtilere göre resim netleşecektir. Ama birileri yine çözüm süreci istiyorsa memlekete yazık eder. Çok zarar gördü memleket o işlerden.
İran Cumhurbaşkanı Ruhani, İran'ın nükleer anlaşmadaki çıkarları korunmazsa 60 gün içinde zenginleştirilmiş uranyum seviyesini artıracaklarını açıkladıktan sonra Rusya, İran'ın bu kararından ABD'yi sorumlu tuttu. İran'ın bu kararı sizce dünyada dengeleri değiştirir mi?
ABD bir süredir İran'a karşı yaptırımlar uygulayacağını söylüyordu. Dediklerini de yaptılar. İran bu süreçte Hürmüz Boğazı'nı kapatmak ve dünya petrol ticaretini baltalamakla tehdit ediyordu. Ama bunu yapmadı. Yapamayacağı da belliydi. Bunun yerine nükleer anlaşmadan kaynaklı yükümlülüklerini yerine getirmeme kararı aldı. Madem ABD anlaşmayı bozuyor. O halde İran da anlaşmadan kaynaklanan görevlerini yapmayabilir. Böylece hem ABD'ye bir cevap verilmiş oluyor. Hem de AB tarafı hamle yapmaya zorlanıyor. Zira AB'nin bazı ülkeleri de nükleer anlaşmanın tarafıydı. Özetle İran silah çekeceğini söylüyordu ama bıçak çekmek zorunda kaldı.
Abdullah Gül'ün hatırlattığı ‘367 kararı'nı biraz açabilir misiniz? Sizde attığınız bir tweette yeni bir mağdur görür gibiyim dediniz. Buradaki mağdur Ekrem İmamoğlu oluyor. Sizce 367 kararında yaşanan hadiseler sonucunda oluşan gelişmeler aynı şekilde tekrarlanır mı?
2007 yılında Cumhurbaşkanlığı seçimi yapılacaktı. Başkanı TBMM seçiyordu. Çoğunluk AK Parti'deydi. Abdullah Gül'ü aday gösterdiler. Fakat Gül'ün hanımı kapalıydı. Bu durumda first lady kapalı olacaktı. Bunun laikliğe aykırı olacağı düşünüldü. Gül ismine karşı çıkıldı. Aynı zamanda o dönemde Kutlu Doğum Haftası kutlanıyordu. Bazı etkinliklerde küçük kızlar türbanlı şekilde şiir okudu. Bunlar medyada yer aldı. Ve ortalık bir anda “laiklik elden gidiyor, şeriat geliyor, ordu göreve” sloganlarıyla çalkalandı.
Ordu da tehditvari bir muhtıra yayınladı. AK Parti “Muhafazakar olduğu için saldırıya uğrayan parti” konumuna geldi. Cumhurbaşkanlığı seçimini Gül kazanmasına rağmen bir bahane bulup oylamayı geçersiz saymak için itiraz ettiler. Oylama için 367 kişi olması gerekiyormuş ama yokmuş falan filan. Nihayetinde seçim iptal edildi. Gül'ün cumhurbaşkanlığı da engellenince AK Parti erken seçime gitme kararı aldı. AK Parti mağdur olmuştu ve yılbaşında yüzde 35-40 arasında dolanan oy oranı yüzde 46,5'e çıkardı. Mağduriyetin getirdiği bir sıçrama oldu orada. Bugün olanlar da ona benziyor bence. İmamoğlu'nun oyları sıçrama yaparsa şaşırmayacağım. Eminim Gül de şaşırmayacaktır.
Doğu Akdeniz'de yaşanan sondaj konusunda düşünceleriniz nelerdir? ABD'den ve AB'den konuyla ilgili tepkiler geldi. Sizce, Türkiye'nin uluslararası alanda yalnız kalması olası bir durum mu? Bu olay S-400 ve F-35'leri sizce etkiler mi?
Bu konu dünün konusudur. Biz maalesef Doğu Akdeniz'e geç kaldık. Bazı şeyler yapılıyor. İki gemi sahada sondajda, sismik araştırma gemisi de faaliyette ama bana kalırsa biz yine de geç kaldık. Biz bölgeyi Rum kesimi ile yani Yunanistan ile paylaşamıyoruz. Muhatabımız onlar. Ama baktığımızda Yunanistan gidip Mısır ve İsrail'le Doğu Akdeniz gaz forumu kurdu. Filistin bile orada maalesef.
''TÜRKİYE ŞİMDİLİK ONLARIN FAALİYETİNİ ENGELLİYOR''
Katar ve Rumlar ortak iş yapıyorlar. Türkiye'nin taleplerini görmezden geliyorlar ve sahayı kafalarına göre bölüp parçalıyorlar. Rumlar Fransız, İtalyan ve Amerikan şirketleri ile anlaştı çoktan. Türkiye şimdilik onların faaliyetlerini engelliyor. Ama nereye kadar dayanabilir? Uluslararası hukukta meşruiyet yaratmak önemlidir. Bunu bazen güçle yaparsın bazen strateji ile bazen de propagandayla. Rumlar strateji yaptı ve sahayı büyük şirketlere açarak güç sağladı. Bir meşruiyet yarattı. Türkiye daha çok kendi başına politika güdüyor. Son olarak AB bile kurumsal olarak Rum tarafını tuttu. Orada inanılmaz bir rezerv var. Şimdi dışarıda bunlar olurken seçimi yenilemek, toplumsal kutuplaşmayı azdırmak, şehit cenazesinde muhalefet lideri linç etmeye kalkmak falan. Bunlar olacak iş değil. Maalesef bunlarla uğraşıyoruz. Yazık oluyor. Üzülüyorum.