Marcelo Bielsa bir maç toplantısında, biraz da hiddetlenerek, şöyle diyordu oyuncu gurubuna: “ Dün gece siz yatağınızda mışıl mışıl uyurken, ben sabaha kadar size nasıl daha fazla geniş alanlar yaratabilirim diye kafa patlatıyordum . Çünkü bu oyun geniş alan ya da alan bulabildiğiniz ölçüde oynayabileceğiniz bir oyundur.”.
Gerçeklik algısı son derece yüksek olan Bielsa, futbol oyun teorisinin merkezine stratejik olarak alanı ve alan kullanımını çekerken, hiç şüphesiz, top ve oyuncu ilişkisini ihmal etmiyordu. Aslında söylemeye çalıştığı kabaca şuydu: Top değerlidir, oyuncu değerlidir. Ama bu oyun esas olarak alan yaratma becerinizle orantılı olarak oynayabileceğiniz bir oyundur.
Geçen yılın üç kupalı şampiyonunu Osmanlıspor karşısında izlerken, her nedense, Bielsa ve o'nun bu oyuna dair düşünceleri yakamı bırakmıyordu. Eğer Bielsa'nın söylediklerini referans olarak alacaksak, futbol oyununda alan üretmek oyuncunun işi değildir. Bu teknik adamın devredilemez, terkedilemez standart görevidir. Ve bana kalırsa, bir teknik direktörün, en başta ve temel olarak, bir oyuna ilişkin yeterliliği, bu kriterle değerlendirilip tanımlanmalıdır.
1903 yılı Türk tarzı futbol oynama pratiği için tarihsel bir veri olarak kabul edilirse -ki kabul etmek zorundayız, çünkü bir Türk takımı olan Beşiktaş o yıl kuruldu- o yıldan bu yıla geçen süre tam tamına 112 yıldır ve bu süre bu oyunu tanımlamak ve kavramsallaştırmak için yeterli bir tarihsel geri plandır.
Eğer bir yüzyıl sonra FIFA sıralamasında 45. sıradaysanız bu verinin bize söylediği tek ve tartışmasız gerçek; B A Ş A R I S I Z L I K T I R ! (bu öyle büyük bir başarısızlıktır ki ne yeni oyuncular yetiştirmeyi becerebildi ne de büyük paralar ödenerek transfer edilen deneyimli oyuncu ve teknik adamların tecrübelerini yönetebildi).
Egemen futbol zihniyetinin yöneticisiyle, uygulayıcısıyla, oyuncusu ve yorumcusuyla sınıfta kaldığının tarihsel vesikasıdır. Bunun neden böyle olduğu sorgusu çok elzemdir ve bu soruyu yanıtlamadan da başka bir düzeye çıkmak da mümkün değildir. İleriki süreçlerde bu soruna tekrar döneceğiz, ama bu sorunun bugün oynanan bu maçla ilişkisi nedir diye sorulursa, yanıtım şudur; bu maç ve bugüne kadar oynanan tüm maçlar, karakter olarak, Türk tarzı oyun pratiğinin, hücum dahil, total defansif bir pratik olduğunun göstergesidir.
Yani, aslında, Galatasaray hücum prensipleri ile hücum etmiyor, tipik bir defansif aksiyonla hücum ediyor. Aynı şeyi Osmanlıspor için de söylemek kesinlikle doğrudur. Çünkü, yukarıda andığımız yüzyıl boyunca, bu ülkede futbol yetiştiricileri oyunla bütün ilişkilerini hep defansif olarak algılayıp uyguladılar. Özetle, hücum fikri bu ülkenin genetik kodlamasında hiç varolmadı.
Basit bir soru; alan kullanma bilgisi ve organizasyonu olmadan nasıl hücum edeceksiniz? Bu mümkün mü? Dikine oyun diye ifade edilen palavra aslında çaresizce topun ileriye atılmasından başka birşey değil ve zaten topa vurduğunuz zaman, zavallı top, dikine gider. Dikine organize olmak başka şey, topun tepilmesiyle birlikte, o şahane yuvarlağın mecburen ileriye doğru gitmesi başka birşey.
Hücum; alan, top ve oyuncunun aynı düzlemde tasarlandığı yaratıcı, akli bir girişimdir. Birden fazla değişkeni içiçe ve kusursuzca düşünüp tasarlamak, olgun bir zihinsel yetkinliğe işaret ettiği için, bütün bilgisi kendi kişisel deneyimi olan, eğitimsiz (zihinsel eğitim) eski topçuların pek de başarabilecekleri bir iş değil.
Galatasaray-Osmanlıspor maçını izlerken, sanki tarih donmuş, o günlerden bugünlere yeryüzünde adı futbol olan bu oyun, başkaları tarafından başka biçimde hiç deneyimlenmemiş, başka kültürlerde başka tarzlarda oynanmamış gibi, daha doğrusu sanki bir dünya tarihi hiç yokmuş, hiç varolmamış duygusu içindeydim.
İyi ve güzel “oyun dilencisi” olarak, akli olmayan, akılla izleyemediğim oyunları olumlamam ve futbol oyunu adına bu türden oyunları meşru varsaymam bana bir tür gayr-ı ahlakilik gibi geliyor. Çünkü hiç kimse amatörce, babasının hayrına ya da “Allah rızası için” bu oyunu oynamıyor ve yine hiç kimse annae-babasının ahiretliği için, bu oyunu bedava izlememize izin vermiyor. Eğer bu katma-değer yaratan, profesyonel bir iş ise, asgari iş ahlakının gereklerini yerine getirmelerini beklemem benim en doğal hakkımdır.
Bu maçın sonucu ne olursa olsun, benim fikrim değişmez.